16 Temmuz 2015 Perşembe

Salih HİLMİ


ÇÜRÜK GAFLET

Gaflet uykusu bütün bütün mü sardı?
Tatil gemisi değil Nuh’un gemisidir şura
Deve kuşu kum arasa da çaresiz bekleyecek
Musibet zümreleri cennete bilet kesme edasında
Seyahatleri diriliş evrenine değil sarhoşça körce put adalarına

Evlatlar, mallar dizi dizi ve kat kat mı?
Toprak son hamlesini yapmadı henüz, bekleşir
Ürpermez mi yürekler haram, helal boyasıyla süslenir
Çağ kutup kutup, ibresi döner de döner gönül pusulasının
İflah olmaz bir tutkudur hayat, uçurum kenarında uyurgezer gibi

Havarilere komplo kuran ahmak, dünya bir komplo girdabı
Kaptırır kendini her kütük, girdapta elsiz ayaksızdır
Tutsa da bir ip veya sarmaşık bilsin ki çürüktür
Gerçek elbet gelir güneşin yağdığı her yere
İşte şimdi karanlığı bohçaya dürme zamanı


Metehan FİDAN

DÜNYALIK TADIN

Uzaklık mahşere büyük emanet,
Ömürlük niyet, kör selamet,
Rızası Hüda’dan yol keramet,
Kapısı kilitli dünyalık tadın…

Şerbeti az olmuş gül tatlısı,
Bembeyaz kesilmiş nar kanlısı,
Yokluğun varlığın son sancısı,
Hafiften ekşimiş dünyalık tadın…

Kırmızı yanaklar, utangaç sözler,
İklimi belirsiz o yaban gözler,
Kime emanetti kimleri besler,
Tesbihi dağılmış dünyalık tadın…

Sevgiye muhtacım sevilmeye aç,
Çıkmaya yakınken düştüğüm yamaç,
Gülüne hasretim, dikene araç,
Kalmadı içimde dünyalık tadın…

Osman Tarık ÇETİNKAYA


BİR AN YAŞAMAK

Yakan geceyi dumanıyla soludu
Sigarasını sigarasıyla yaktı...
Çünkü gönlüne gölgeler koyduğu
Gölgesine kurşunlar sıktı...

Dur bakalım, bunlar özleminden.
Kalbini daha dün kaldırdı gösterimden.
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Bakarsan bu adamın gözlerinden...

Durma öylesine üzgün
Dünya bugün sana yaşlanacak !
Genç! Kalma öyle küskün
Dünya bugün sana yaşlanacak...

Kalk! Yürü enkaz olan hayallere.
Ev bile yolunu gözledi.
Durmasana be oğlum öyle
Kelebek ömrüne yas tutar gibi...

Bilmezler, kalem kağıdı dansa kaldırır.
Bilmezler, hiç unutulmayacak satırlar vardır.
Bilmezler, gökyüzü nasıl sende
Ve bilmezler ondan arta kalan ne bu bedende.




Abdülmecid ORHAN


SERPUŞ

Eski zamanlardan bu yana insanlar güneşten korunmak, soğuğa direnç göstermek, savaşlarda darbelere maruz kalmamak, dini duygularını göstermek için başlarını örtmüşler veya bir nesne ile muhafaza etmişlerdir. Başı koruyan bu nesneye bir dönem serpuş denilirdi. Etimolojisine baktığımızda Farsçadan geldiğini gördüğümüz “serpōş”, “baş örtüsü, başlık” manasındadır. Farsça bir sözcük olan “ser” baş, “pōş” ise örtü ve giysi demektir. Pōş kelimesi bize puşiyi hatırlatır, puşi Ortadoğu coğrafyasında sıklıklıkla kullanılan pamuklu ya da yünlü bir giysidir. Kenarları saçaklı ve minik kare desenleriyle kimi zaman ülkemizde ya da dünyada siyasi tartışmaların da simgesi olan puşi, Filistinli lider Yaser Arafat’ın en önemli simgelerinden biriydi.

Başa bir şey örtmek, bir şey giymek eski çağlardan bu yana birtakım tartışmaların hep merkezinde olmuştur. Başa takılan nesne kadar insanı ortaya koyan, iç dünyasını bir turnusol kağıdı gibi meydana çıkaran araç çok azdır. Fes, sarık, fötr şapka, melon şapka, kep, bere, kipa, eşarp, yaşmak, börk, kalpak, kavuk, külah, üsküf, mücevveze kavuğu, takke, kask, miğfer, Rus kalpağı uşanka, kadınların tüylü ve çiçekli şapkaları, Meksika şapkası sombrero gibi nice şapka ve başörtüsü çeşidine bakarken ülkelerin kültürüne, insanların sosyal statülerine dair ilginç bilgilere ve derin bir tarihe yolculuk edersiniz. Şapka günümüzde bir aksesuar veya moda tasarım öğesi olarak başlarda farklı biçimlerde gözüken renkli bir nesne olsa da kimi zaman sıkıntılara, kimi zaman ölümlere, kimi zaman da özgürlüklere kapı aralamıştır.

Eski çağ devletlerinden beri kadınların başlarını örtmeleri ya kendi rızaları, ya devlet kanunlarının emri veya inanılan dinin buyruğu üzerine sürüp gitmiştir. Bazen bu örtme kadının bekar, evli, dul ya da köle olmasına göre de farklılık arz etmekteydi. Mezopotamya devletleri bunun şeklini şemalini M.Ö. 4000’li yıllardan itibaren tarif etmiş ve bu adet pek çok coğrafyada devam etmiştir. Hititler, İyonlar, Frigyalılarda kadınlar saçlarını örtmüş, Eski Yunan’da eşarp ya da şal gibi örtüler tercih edilmiştir. Roma devletinde başörtüsü kadının dindarlığını sembolize ederken, Hindularda kadın veya erkeklerin soyluları dikkat çekici başlık ve örtüler kullanmaya çalışmıştır.

Yahudi kadınlar, önceleri geniş ve büyük örtülerle başlarını örterken günümüzde az bir kısmı başını eski inançlarını uygun şekilde örtmekte ve geneli sadece sinagogda başını kapamaktadır. Hıristiyanlıkta geleneksel şekilde başını örten pek çok kadın bulunmakta, ancak bu adeti sıkı bir şekilde sürdüren rahibelerdir. İslamiyet’te Ahzab Suresi 59 ve Nur Suresi 31. ayette kadınların örtünmesi emredilerek toplumsal hayatta hürmetlerine zarar gelmemesi için tedbir almaları istenmiştir. Pek çok Müslüman toplumda bu emir asırlar boyunca titizlikle uygulanarak inançlı kadınların bariz bir özelliği haline gelmiştir.

Erkeklerde baş genellikle sıcak veya soğuğa karşı tedbir almak, statü, inanç ya da mesleki bir işaret olarak tercih edilmiştir. Yahudilikte erkeklerin Allah’ın üstünlüğünü kabulünü simgeleyen kippa veya şapka ile başlarını örtmüşlerdir. Tirmizi’nin rivayet ettiği zayıf bir hadiste “Müşriklerle aramızdaki fark, kalensövenin üzerine sardığımız sarıktır” buyrulmuştur. Bazı alimler bu kalensövenin “başlık, külah, takke” üzerine sarık olarak düşünürken bazısı da sarıksız kalensöve olarak da düşünmüş ve Allah Resulü’nün bazen takke taktığı, bazen ihramda başına takke ve sarık takmadığı da anlatılmaktadır.

Türklerin tarihine inilince baş örtmenin eski bir gelenek olduğu fark edilecektir. Oğuzların deriden ve tas şeklinde yaptığı börk günümüzde farklı şekillerde Orta Asya’da kullanılmaktadır. Şaman kültüründe din adamı olan kamların kavuk benzeri bir nesneyi giydikleri anlatılır. Zaman içerisinde bu kavuk Anadolu’ya da yayılmış ve sarık, fes ve takke gibi başlıklarla birleştirilmiştir. Kavuk geçen çağlar boyunca din ve ilim adamları, askerlerce tercih edilen giyim aracı olmuştur.  Osmanlı giyiminde başlıklar önemli bir yer tutmuş ve erkeklerde sarığın ve başlığın bağlanışı ya da rengi ehemmiyet arz etmiştir. Bu iki unsur sosyal hayatta kişiye belli bir konum belirliyordu. Osmanlı’da kavuk ve sarık yüzün üzerinde çeşitle başlık konusundaki zenginliği ortaya koymuştur. “Kallavi” vezirlerin giydiği kavuk, “taç” şeyhlerin giydiği, “örf” alimlerden yüksek mertebede bulunanların kullandığı, “katibi” devlet memurlarından katipler sınıfında yer alanların ve “molla kavuğu” ilmiyye kısmında olanların giydiği kavuktu. Osmanlı Döneminde farklı sınıflara, rütbelere, makamlara, tarikatlere bağlı olanların taktıkları bu kavuk veya başlık adeti, II. Mahmud’un emriyle başlayan kıyafet değişimi ile son bulmuş ve 1842’de kavuğun yerini fesin alması ile Osmanlı’da mühim bir değişim yaşanmıştır.

Tarikat müntesiplerinin önemli bir işareti ve genellikle keçeden imal edilip sivri uçlu olan külaha Nâbî bir beytinde yer verirken Mevleviliğin bir düsturunu da bize göstermektedir. Şairimiz Mevlevilerin tekbir getirerek külahlarını başlarına giydiklerini anlatırken şunları söyler: “Bî-ezân-ı subh tâc-ı âftâb olmaz bedîd / Mevlevî  eyler külâhın zîb-i ser tekbîr ile Nâbî”. Şair bize, bir Mevlevi külahını tekbir ile başının süsü yapar; çünkü sabah ezanı olmaksızın güneş tacı ortaya çıkmaz, diyerek Mevleviliğin hususlarından birini açıklar.

II.Mahmud Yeniçeri Ocağını kaldırdıktan sonra sonra memurlara sarık ve cüppeyi yasaklayıp pantolon ve ceket giyilmesini emreder. Bu kıyafete uygun bir başlığı da Kaptan-ı Derya Koca Hüsrev Paşa’nın sefer dönüşü Fas’tan getirip kalyoncu askerlerine giydirdiği fes 1828’de kanunla kabul edilmesiyle 1925’e kadar pek çok renk ve şekilde fes modası sürmüştür. Şapkayı ülkemize 1900’lerin başında Beyaz Ruslar İstiklal Caddesinde şapkacı dükkanı açarak getirmiş ve ilk takanlar da Jön Türkler olmuştur. 1925’te Şapka Kanunu çıkarılınca sarık, fes ve diğer başlıklar tüm vatandaşa yasaklanır. Kastamonu’da elinde panama şapkasıyla balkonda konuşan Mustafa Kemal şapkayı çağdaşlığın önemli bir işareti olarak savunmuştur. Bundan böyle şapka giymemek kanuna göre suç kapsamındadır. Buna muhalefet edip direniş gösteren ülkenin farklı şehirlerinden 78 kişi idama mahkum edilmiştir. İngiliz araştırmacı Paneth, Avrupalı şapka üreticilerinin kasket, şapka, panama şapkası, fötr gibi pek çok başlığı o günlerde gemiler dolusu satıp kâr ettiğini anlatır. Halide Edip o dönemde şapka almakta sıkıntı yaşayan memurlara hükümetin taksitle borç verdiğini anlatırken şunları ilave eder “Şapka Kanunu, devrimlerin en beyhude ve en sathisidir. Bu kanuna sokaktaki adamın karşı çıkması, onu yapanlardan daha Batılı bir davranıştır.” diyerek bu şapka kanununa tepki gösterir. Aradan yıllar geçer ve Menderes dönemiyle şapka yavaş yavaş bir kenara bırakılır, ancak Süleyman Demirel fötr şapkasıyla ve Bülent Ecevit kasketiyle hafızalarda derin bir iz bırakır. Siyasilerin elinde şapka vardır, fakat halk şapkadan çoktan uzaklaşmıştır. Vatandaş artık yaptığı iş gereği, sıcaktan korunmak için veya bir aksesuar malzemesi olarak şapka takmayı tercih etmiştir.

Sinema dünyasında İngiliz asıllı, sakar oyuncu Charlie Chaplin bol pantolonu, kocaman ayakkabıları, melon şapkası, çevirip durduğu bastonuyla sinema dünyasının unutulmaz karakterlerinden biri olmayı başararak aksesuarın bir oyuncuyu nasıl öne çıkaracağını ispatlamıştır. Hollywood sinemasında şapka denilince kovboylar veya detektiflerin kullandığı fötr şapkalar gelmektedir. Son zamanlarda Hollywoodlu oyuncular şapkaya veda etse de yakın dönemde ölen siyahi şarkıcı Michael Jackson fötr şapkayı ısrarla kullanan kişilerdendi. Çizgi film dünyasında Şirinler’in kullandığı Frig başlığı eski Anadolu tanrılarından Attis tarafından giyiliyordu. Başka bir rivayette Apollo’nun lanetine uğrayan Kral Midas eşek kulaklarını gizlemek için bu başlığı tercih etmişti. Sonraki çağlarda Roma Devleti’nde özgür bırakılan köleler tarafından kullanılmaktaydı. Frigya başlığı günümüzde Amerika Birleşik Devletler Forsu’nda ve Güney Amerika’daki sekiz devletin bayrağında ya da armasında yer almaktadır.

Bir zamanlar değişik kumaşlardan, metallerden üretilen başlıklar günümüzde kask ismini alarak plastikten, reçineden yapılıp yıldan yıla çok fonksiyonlu türlerle arz-ı endam etmekte. İnsanoğlu cevize benzeyen başını korumaya çabalarken içini de zenginleştirme çabasından geri kalmamalı. Başına bin bir şekildeki başlık, şapka, miğfer, külah, şapka koyup iç dünyasına, statüsüne, mevkisine dair ipuçlarını açıkça sunarken acaba başının içi nasıl? Hani ceviz vardır içi leziz, ceviz vardır içi çürük, ceviz vardır içi kurtlu, ceviz vardır tadı acı… Fakat ehli değilseniz dıştan cevizin içi anlaşılmaz. İşte insanoğlu sadece cevizin dıştaki tahta kabuğuna aldanmayıp içine göre de hüküm verdiğinde daha isabetli olacaktır. Ne diyordu atasözü, “Kürk ile börk ile adam olunmaz”.



Mustafa ÖZTÜRK


YAZAR VE ŞAİRLERE DAİR

Ahmet Kutsi Tecer, Kudüs’te doğduğu için adı Kutsi konmuştur. Tecer soyadını da Milli Eğitim Müdürlüğü yaptığı Sivas’taki Tecer dağından alır.
Aşık Veysel’i Türk kültür ve edebiyatına kazandıran A. Kutsi Tecer; çalışkan, olgun ve hassas biridir. Etrafından sevilir ve sayılır. Tam bir İstanbul beyefendisidir.
Nurullah Ataç kolay kolay yıkanmazmış. Röportaj yapan bir gazeteci bu durumu sorduğunda “Yok; artık yıkanıyorum, altı ayda bir yıkanıyorum.” der.
Ataç, Nurullah adını hiç kullanmayıp “İnanmadığım şeyi neden kullanayım?” dermiş.
Nurullah Ataç sinirlendiğinde kekelemeye başlar, tırnaklarını yermiş.
Ataç, Arapça diye “ve” bağlacını hiç kullanmazmış. Etrafındakilere de “Ben gâvurum” dermiş.
Falih Rıfkı Atay'ın “İslamiyet denince burnuma ayak kokusu geliyor.” dediği rivayet edilir.
Sabahattin Eyüboğlu, şair-ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ağabeyidir. Sabahattin, ailede “Sarıoğlan” diye çağırılırken kardeşi Bedri Rahmi de “Karaoğlan” diye çağırılır.
Atatürk’ün yurt dışına eğitim için gönderdiği ilk öğrencilerden olan Sabahattin Eyüboğlu’nun babası kaymakamdır.
Suut Kemal Yetkin, Ankara Üniversitesi rektörlüğü yapmıştır.
Suut Kemal Yetkin’in babası Şeyh Saffet Efendi, şeyh oğlu şeyhtir. İlk mecliste Urfa milletvekilidir ve hilafetin kaldırılması için elli üç arkadaşıyla birlikte imza toplayıp teklif vermiştir.
Şevket Rado, bugün Makedonya sınırları içinde kalan Radoviç şehrinde doğduğu için Rado soyadını kullanır.
Tek gözü kör olan Şevket Rado’nun diğer gözünün kapağı da sürekli kapanmaktadır. Şevket Rado çareyi göz kapağını bantlamakta bulur.
Şevket Rado, Orhan Pamuk’un teyzesi Türkan ile evlidir. Türkan Hanım, Türkiye’deki sayılı Roma hukukçularından biridir.
İsmail Habib Sevük, iri cüssesi nedeniyle “Pehlivan” diye ün salmıştır. Ahmet Hamdi bir kavgada İsmail Habib’i sille tokat iyi bir benzetir. 
Hiç evlenmeyen İsmail Habib Sevük, İslam’da namazın olmadığını savunurmuş.
Salah Birsel’in babası Hafız Talat Bey’dir. Salah Birsel aynı zamanda Murat Birsel’in amcasıdır.
Salah Birsel’in asıl adı Ahmet Salahattin’dir.
Yahya Kemal Beyatlı, Falih Rıfkı ve Yakup Kadri’yi “Şahitlerinizi gönderin, silahlarınızı tayin edin.” diyerek bir mektupla düelloya çağırmıştır.
Yahya Kemal’in, Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım’la fırtınalı bir aşk yaşadığını ve evlilik arefesinde Celile Hanım’dan uzaklaştığını bilmeyen yoktur.
Kendini çirkin bulan Ahmet Haşim pek çok kez nişanlanmış ama hepsinden caymıştır. Ölümünden dört gün önce kendisine bakıcılık yapan Zarife adlı kadınla evlenir. “Oh, şimdi bahtiyarım. Herkes gibi ben de ardımdan ağlayacak bir dul bırakıyorum.” der.
Ahmet Haşim, çirkinliği kadar çok da cimri biridir.
Ahmet Haşim, iyi bir çay tiryakisidir ve çay içtiği bardağı her defasında yıkarmış.
Ahmet Haşim, Nazım Hikmet’i hiç sevmezmiş. Yanındakiler “Ne olacak, bırak; o kadar şair içinde bir tane de kominist, şair bulunsun.”  dediklerinde Haşim: “Siz kafanızda bir tane bit bulunsa ‘ne olacak kafamda da bir bit bulunsun’ der misiniz?” demiştir.
Ahmet Haşim hayvanlardan leylek, kedi, horoz, eşek ve kargayı severmiş. Kargayı zeki bir kuş olarak görürmüş.

  

Ali KARTAL

YILGI 

Yankılanıyor bir ses içimde
Sallanıyor saltanatı muhteşem sessizliğin
Bir el uzanmış sıkıyor ruhumu ruhumla
Kapkara bir boşluk ağrıyan başımda
Ah çınlıyor an be an zamanın
Şu zalim nefesi

Gidiyorum
Gözlerim kalıyor hüzünle arkada
Gidiyorum
Kalbim hırçın, ürperti duya duya
Gidiyorum
Zamansız yağmurla damlaya damlaya
Gidiyorum
Hayallerime hoyratça basa basa
Çok uzaklara

Tahir ENGİNLİ


N’ETMELİ

Kalbimin ilk ezgisi
Hiç bitmez ki sevgisi
Onu gördüm göreli
Bilemedim n’etmeli

Dediler yok özveri
Kalbim şimdi tan yeri
Ben onu dinleyeli
Bilemedim n’etmeli

Dertlidir o sevgili
İzlerim ben ebedi
Sevdim onu göreli
Bilemedim n’etmeli



A Bahtiyar GÜNDÜZ


İNANÇ ÇEKİRDEĞİ

İnanç kalpte, nurlu bereketli bir çekirdek
O çimlenmeden huzur ve neşe gelmeyecek

Ruha kazandır Allah yolunda doğru hüküm
Çözülür elbet şeytanın attığı her düğüm

Kişi etmez ise gençlikte nefsini ıslah
Bulamaz öte âlemde kendine bir felah

Nefis koysa bile önüne aşılmaz dağlar
Sabırla çözülecek nice füsunlu bağlar

Takipçisi ise eğer bir derin ulunun
Görür parçalandığını kalpteki bin putun

Değildir ölüm bize ürkütücü kıyamet
İnanırken küfre düşmektir derin felaket