SERPUŞ
Eski zamanlardan bu yana insanlar güneşten korunmak, soğuğa
direnç göstermek, savaşlarda darbelere maruz kalmamak, dini duygularını
göstermek için başlarını örtmüşler veya bir nesne ile muhafaza etmişlerdir.
Başı koruyan bu nesneye bir dönem serpuş denilirdi. Etimolojisine baktığımızda
Farsçadan geldiğini gördüğümüz “serpōş”, “baş örtüsü, başlık” manasındadır.
Farsça bir sözcük olan “ser” baş, “pōş” ise örtü ve giysi demektir. Pōş kelimesi
bize puşiyi hatırlatır, puşi Ortadoğu coğrafyasında sıklıklıkla kullanılan
pamuklu ya da yünlü bir giysidir. Kenarları saçaklı ve minik kare desenleriyle
kimi zaman ülkemizde ya da dünyada siyasi tartışmaların da simgesi olan puşi, Filistinli
lider Yaser Arafat’ın en önemli simgelerinden biriydi.
Başa bir şey örtmek, bir şey giymek eski çağlardan bu yana
birtakım tartışmaların hep merkezinde olmuştur. Başa takılan nesne kadar insanı
ortaya koyan, iç dünyasını bir turnusol kağıdı gibi meydana çıkaran araç çok
azdır. Fes, sarık, fötr şapka, melon şapka, kep, bere, kipa, eşarp, yaşmak, börk,
kalpak, kavuk, külah, üsküf, mücevveze kavuğu, takke, kask, miğfer, Rus kalpağı
uşanka, kadınların tüylü ve çiçekli şapkaları, Meksika şapkası sombrero gibi
nice şapka ve başörtüsü çeşidine bakarken ülkelerin kültürüne, insanların
sosyal statülerine dair ilginç bilgilere ve derin bir tarihe yolculuk
edersiniz. Şapka günümüzde bir aksesuar veya moda tasarım öğesi olarak başlarda
farklı biçimlerde gözüken renkli bir nesne olsa da kimi zaman sıkıntılara, kimi
zaman ölümlere, kimi zaman da özgürlüklere kapı aralamıştır.
Eski çağ devletlerinden beri kadınların başlarını örtmeleri
ya kendi rızaları, ya devlet kanunlarının emri veya inanılan dinin buyruğu
üzerine sürüp gitmiştir. Bazen bu örtme kadının bekar, evli, dul ya da köle
olmasına göre de farklılık arz etmekteydi. Mezopotamya devletleri bunun şeklini
şemalini M.Ö. 4000’li yıllardan itibaren tarif etmiş ve bu adet pek çok
coğrafyada devam etmiştir. Hititler, İyonlar, Frigyalılarda kadınlar saçlarını
örtmüş, Eski Yunan’da eşarp ya da şal gibi örtüler tercih edilmiştir. Roma
devletinde başörtüsü kadının dindarlığını sembolize ederken, Hindularda kadın
veya erkeklerin soyluları dikkat çekici başlık ve örtüler kullanmaya çalışmıştır.
Yahudi kadınlar, önceleri geniş ve büyük örtülerle başlarını
örterken günümüzde az bir kısmı başını eski inançlarını uygun şekilde örtmekte
ve geneli sadece sinagogda başını kapamaktadır. Hıristiyanlıkta geleneksel
şekilde başını örten pek çok kadın bulunmakta, ancak bu adeti sıkı bir şekilde
sürdüren rahibelerdir. İslamiyet’te Ahzab Suresi 59 ve Nur Suresi 31. ayette
kadınların örtünmesi emredilerek toplumsal hayatta hürmetlerine zarar gelmemesi
için tedbir almaları istenmiştir. Pek çok Müslüman toplumda bu emir asırlar
boyunca titizlikle uygulanarak inançlı kadınların bariz bir özelliği haline
gelmiştir.
Erkeklerde baş genellikle sıcak veya soğuğa karşı tedbir
almak, statü, inanç ya da mesleki bir işaret olarak tercih edilmiştir. Yahudilikte
erkeklerin Allah’ın üstünlüğünü kabulünü simgeleyen kippa veya şapka ile
başlarını örtmüşlerdir. Tirmizi’nin rivayet ettiği zayıf bir hadiste
“Müşriklerle aramızdaki fark, kalensövenin üzerine sardığımız sarıktır”
buyrulmuştur. Bazı alimler bu kalensövenin “başlık, külah, takke” üzerine sarık
olarak düşünürken bazısı da sarıksız kalensöve olarak da düşünmüş ve Allah
Resulü’nün bazen takke taktığı, bazen ihramda başına takke ve sarık takmadığı
da anlatılmaktadır.
Türklerin tarihine inilince baş örtmenin eski bir gelenek olduğu fark
edilecektir. Oğuzların deriden ve tas şeklinde yaptığı börk günümüzde farklı
şekillerde Orta Asya’da kullanılmaktadır. Şaman kültüründe din adamı olan
kamların kavuk benzeri bir nesneyi giydikleri anlatılır. Zaman içerisinde bu
kavuk Anadolu’ya da yayılmış ve sarık, fes ve takke gibi başlıklarla
birleştirilmiştir. Kavuk geçen çağlar boyunca din ve ilim adamları, askerlerce
tercih edilen giyim aracı olmuştur. Osmanlı giyiminde başlıklar önemli bir yer
tutmuş ve erkeklerde sarığın ve başlığın bağlanışı ya da rengi ehemmiyet arz
etmiştir. Bu iki unsur sosyal hayatta kişiye belli bir konum belirliyordu. Osmanlı’da
kavuk ve sarık yüzün üzerinde çeşitle başlık konusundaki zenginliği ortaya
koymuştur. “Kallavi” vezirlerin giydiği kavuk, “taç” şeyhlerin giydiği, “örf”
alimlerden yüksek mertebede bulunanların kullandığı, “katibi” devlet
memurlarından katipler sınıfında yer alanların ve “molla kavuğu” ilmiyye
kısmında olanların giydiği kavuktu. Osmanlı Döneminde farklı sınıflara,
rütbelere, makamlara, tarikatlere bağlı olanların taktıkları bu kavuk veya
başlık adeti, II. Mahmud’un emriyle başlayan kıyafet değişimi ile son bulmuş ve
1842’de kavuğun yerini fesin alması ile Osmanlı’da mühim bir değişim yaşanmıştır.
Tarikat müntesiplerinin önemli bir işareti ve genellikle keçeden imal
edilip sivri uçlu olan külaha Nâbî bir beytinde yer verirken Mevleviliğin bir
düsturunu da bize göstermektedir. Şairimiz Mevlevilerin tekbir getirerek
külahlarını başlarına giydiklerini anlatırken şunları söyler: “Bî-ezân-ı subh
tâc-ı âftâb olmaz bedîd / Mevlevî eyler
külâhın zîb-i ser tekbîr ile Nâbî”. Şair bize, bir Mevlevi külahını tekbir ile
başının süsü yapar; çünkü sabah ezanı olmaksızın güneş tacı ortaya çıkmaz,
diyerek Mevleviliğin hususlarından birini açıklar.
II.Mahmud Yeniçeri Ocağını kaldırdıktan sonra sonra
memurlara sarık ve cüppeyi yasaklayıp pantolon ve ceket giyilmesini emreder. Bu
kıyafete uygun bir başlığı da Kaptan-ı Derya Koca Hüsrev Paşa’nın sefer dönüşü
Fas’tan getirip kalyoncu askerlerine giydirdiği fes 1828’de kanunla kabul
edilmesiyle 1925’e kadar pek çok renk ve şekilde fes modası sürmüştür. Şapkayı
ülkemize 1900’lerin başında Beyaz Ruslar İstiklal Caddesinde şapkacı dükkanı
açarak getirmiş ve ilk takanlar da Jön Türkler olmuştur. 1925’te Şapka Kanunu
çıkarılınca sarık, fes ve diğer başlıklar tüm vatandaşa yasaklanır. Kastamonu’da
elinde panama şapkasıyla balkonda konuşan Mustafa Kemal şapkayı çağdaşlığın
önemli bir işareti olarak savunmuştur. Bundan böyle şapka giymemek kanuna göre
suç kapsamındadır. Buna muhalefet edip direniş gösteren ülkenin farklı
şehirlerinden 78 kişi idama mahkum edilmiştir. İngiliz araştırmacı Paneth, Avrupalı
şapka üreticilerinin kasket, şapka, panama şapkası, fötr gibi pek çok başlığı o
günlerde gemiler dolusu satıp kâr ettiğini anlatır. Halide Edip o dönemde şapka
almakta sıkıntı yaşayan memurlara hükümetin taksitle borç verdiğini anlatırken
şunları ilave eder “Şapka Kanunu, devrimlerin en beyhude ve en sathisidir. Bu
kanuna sokaktaki adamın karşı çıkması, onu yapanlardan daha Batılı bir
davranıştır.” diyerek bu şapka kanununa tepki gösterir. Aradan yıllar geçer ve
Menderes dönemiyle şapka yavaş yavaş bir kenara bırakılır, ancak Süleyman
Demirel fötr şapkasıyla ve Bülent Ecevit kasketiyle hafızalarda derin bir iz
bırakır. Siyasilerin elinde şapka vardır, fakat halk şapkadan çoktan
uzaklaşmıştır. Vatandaş artık yaptığı iş gereği, sıcaktan korunmak için veya bir
aksesuar malzemesi olarak şapka takmayı tercih etmiştir.
Sinema dünyasında İngiliz asıllı, sakar oyuncu Charlie
Chaplin bol pantolonu, kocaman ayakkabıları, melon şapkası, çevirip durduğu
bastonuyla sinema dünyasının unutulmaz karakterlerinden biri olmayı başararak
aksesuarın bir oyuncuyu nasıl öne çıkaracağını ispatlamıştır. Hollywood
sinemasında şapka denilince kovboylar veya detektiflerin kullandığı fötr
şapkalar gelmektedir. Son zamanlarda Hollywoodlu oyuncular şapkaya veda etse de
yakın dönemde ölen siyahi şarkıcı Michael Jackson fötr şapkayı ısrarla kullanan
kişilerdendi. Çizgi film dünyasında Şirinler’in kullandığı Frig başlığı eski
Anadolu tanrılarından Attis tarafından giyiliyordu. Başka bir rivayette
Apollo’nun lanetine uğrayan Kral Midas eşek kulaklarını gizlemek için bu
başlığı tercih etmişti. Sonraki çağlarda Roma Devleti’nde özgür bırakılan
köleler tarafından kullanılmaktaydı. Frigya başlığı günümüzde Amerika Birleşik
Devletler Forsu’nda ve Güney Amerika’daki sekiz devletin bayrağında ya da
armasında yer almaktadır.
Bir zamanlar değişik kumaşlardan, metallerden üretilen
başlıklar günümüzde kask ismini alarak plastikten, reçineden yapılıp yıldan
yıla çok fonksiyonlu türlerle arz-ı endam etmekte. İnsanoğlu cevize benzeyen
başını korumaya çabalarken içini de zenginleştirme çabasından geri kalmamalı.
Başına bin bir şekildeki başlık, şapka, miğfer, külah, şapka koyup iç dünyasına,
statüsüne, mevkisine dair ipuçlarını açıkça sunarken acaba başının içi nasıl?
Hani ceviz vardır içi leziz, ceviz vardır içi çürük, ceviz vardır içi kurtlu,
ceviz vardır tadı acı… Fakat ehli değilseniz dıştan cevizin içi anlaşılmaz.
İşte insanoğlu sadece cevizin dıştaki tahta kabuğuna aldanmayıp içine göre de
hüküm verdiğinde daha isabetli olacaktır. Ne diyordu atasözü, “Kürk ile börk
ile adam olunmaz”.