Bozkırın
Berrak Pınarı Hacı Bayram-ı Veli
Konstantiniyye
mutlaka alınacaktır. Ama bunu bir öfke ve hiddet işi haline sokmadan, bir
illeti tedavi eder gibi yapmak lazımdır. Çünkü hiddet ve kin, gerçekleri gören
gözleri kör eder. Padişah huzurunda dahi olsanız hakkı ve hakikati söylemekten
korkmayınız. Padişah, sizi hoşlanmadığınız ve dininize uymayan bir işe tayin
ederse kabul etmeyiniz. Hiç kimseyi küçümseme ve hafife alma! [Hacı Bayram-ı
Veli]
Doğum
ismi, Numan bin Ahmed, lâkâbı "Hacı Bayram"dır. 1352 (H. 753) tarihinde Ankara’nın Çubuk Çayı üzerinde Zül-Fadl(Solfasol) köyünde doğdu. Hacı Bayram-ı
Veli, 14. ve 15. yüzyıllarda Anadolu’da yetişti. Eserlerini diğer Hacı Bektaş-ı Veli yoldaşları gibi Türkçe olarak yazarak Türkçe kulanımını Anadolu'da önemli şekilde
etkiledi.
Yıl: 1433, Yer: Edirne.
Edirne'deki sarayın büyük salonuna tedirginlik
uyandıran bir sessizlik hâkimdi. Sultan 2. Murad'ın (1402–1451) canı sıkkındı;
vezirlerin ve diğer görevlilerin de... Herkes, devlete karşı isyan edeceği
haber verilen ve bunun üzerine padişahın derdest edilerek getirilmesini
emrettiği Nûmân isimli kişiyi bekliyordu… Zanlının suçu oldukça büyüktü:
Devleti ele geçirmek... Devlet, daha yirmi yıl kadar önce, 1402 Ankara Savaşı
sonrasında, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış, Anadolu'da eski
beylikler tekrar bağımsızlıklarını ilân etmeye başlamış; birlik ve beraberlik
Çelebi Mehmed tarafından zor da olsa yeniden sağlanmıştı. Bu acı günlerin
üzerinden çok geçmeden duyulan bu isyan ihbarı büyük bir endişe uyandırmıştı.
Sessizlik bozulur. İhtiyar subaşı nefes
nefese huzura çıkar, Padişahı selâmlar. “Engürü’deki şeyhi getirdik efendim!”
der, “Ama ...”
-Aması ne?
-Bu zat söylendiği gibi etrafına çapulcu toplayan bir fitneci değil. Aksine
büyük bir âlim ve gönül ehli.
-Nereden biliyorsun peki?
İhtiyar subaşı bunları değirmende ağartmadık gibilerden sakalını sıvazlar. “Şu
kadarını söyliyeyim” der, “kendisi Şeyh Hamideddin-i Veli Hazretleri’nin
halifesi!”
-Sen ne diyorsun!
-Geleceğimizi biliyordu. Bizi yolda karşıladı. Boynunu büküp bileklerini
uzattı, “Haydi evladım” dedi, “zincirleyin beni!”
-N’aptık biz. Bir Allah dostunu zincire vurduk desene.
-Vurmadık efendim. Aksine yol boyu hizmet ettik.
-Gönlünü hoşça tutaydınız.
-Tutmaz mıyız.
İşin aslı anlaşılmıştı.
Sultan Murad Han, söylentilerden hareketle devletin selâmetine kasteden ve
tahtına göz diken bir eşkıya beklerken, karşısında; nur yüzlü, kâmil bir velî
görünce onu başköşeye oturttu. Utancından bu büyük velînin yüzüne bakamadan;
"Yolculuğunuz zahmetli oldu herhalde." dedi. Hacı Bayram Velî ise
tebessümle; "İyi bir vesile oldu. Birçok yerde ve buralarda epeyce
maneviyât âşıkları gördük ve tanıştık." diyerek, padişahı rahatlattı.
Sohbete başladılar. Hacı Bayram Velî konuştukça, ilminin yüksekliği daha iyi
anlaşıldı. Padişah onu Ankara'dan buraya kadar getirttiğine çok üzüldü,
tanışmakla şereflendiği için de çok sevindi. Pek çok ihsanda bulunup, hediyeler
verdi. Fakat Hacı Bayram Velî: "Sultânım! Bizim dünya malında gözümüz
yoktur. Siz onları, ihtiyacı olanlara veriniz." diyerek hediyeleri kabul
etmedi.
Baş başa sohbet
ettikleri günlerin birinde; konu İstanbul'un fethine gelmişti. Murad Han: "Allahü
Teâlâ'nın izniyle, evliyanın himmet ve bereketleriyle İstanbul'u almak
istiyorum. Rahmetli dedem Yıldırım Bâyezîd Han bu işe girişmişti. Fakat bir
netice elde edemedi. Devlet-i Âl-i Osman'ın topraklarının ortasında bir Bizans
Devleti'nin olmasına gönlüm hiç razı değil. Sevgili Peygamberimiz'in de
(sallallahü aleyhi ve sellem) fethini müjdelediği bu İstanbul bize lâzım. Bunu
almak için de himmetinizi, yardımınızı bekliyorum." dedi. Murâd Han bu
sözleri söylerken, Hacı Bayram Velî derin bir tefekküre dalmış, onu dinliyordu.
Sultanın sözü bittikten bir süre sonra: "Sultanım! Bu şehrin alınışını
görmek ne size, ne de bize nasîb olacak. İstanbul'u almak, şu beşikte yatan
Muhammed'e (Fâtih Sultan Mehmed Han) ve onun hocası, bizim Köse Akşemseddîn'e nasîb
olsa gerektir." müjdesini verdi.
Küçük yaşta ilim
tahsiline başlayan, Ankara ve Bursa'daki âlimlerin derslerine katılarak,
tefsir, hadîs, fıkıh ve zamanın fen ilimlerinde yetişen Nûmân, Melike Hâtun
Medresesi'nde (Ankara) müderrislik yapmış, talebe yetiştirmiş ve kısa zamanda
halk arasında sevilip sayılan biri olmuştu.
Fakat Müderris Nûmân'ın ruhunda bir sıkıntı
vardı. O, bundan ancak bir mürşid-i kâmilin huzuruna varmakla kurtulabileceğini
biliyordu. Kısa süre içinde konuşmalarının tesiri, bilgisinin genişliği daha
geniş bir çevrede duyulmuştu. Şeyh Hamidüddin, onu Kayseri'ye çağırmaya karar
vermiş ve bir müridiyle haber göndermişti. Nûmân bu daveti duyar duymaz;
'Başüstüne!' diyerek müridi Şücâ-i Karamânî ile Kayseri'ye gider. Kayseri'de
Somuncu Baba olarak bilinen Hamîdeddîn Velî ile bir kurban bayramında
buluşurlar. O zaman Hamîd Velî: "İki bayramı birden kutluyoruz."
buyurarak, Nûmân'a 'Bayram' lâkabını verir. Hocasının sohbetleriyle kısa
zamanda olgunlaşan Nûmân daha sonra onunla birlikte Hacca da gider.
Hocası vefat edince, Nûmân Ankara'ya dönüp
müderrisliğin yanı sıra, halka hitap etmeye, emr-i bi'l-mâ'rûf, nehy-i
ani'l-münkerde bulunmaya başlar. Ayrıca düşüncelerini Anadolu Türkçesi'yle
yazdığı şiirlerle de anlatır.
Hacı Bayram Velî, Ankara'ya Sultan Murâd
Han'ın verdiği fermanla geldi. Fermanda, Hacı Bayram Velî Hazretleri'nin
talebelerinin yalnız ilim ile meşgul olmaları için, vergi ve askerlikten muaf
tutulduğu bildiriliyordu. Bunu duyan pek çok kişi, vergi ve askerlikten
kurtulmak için Hacı Bayram Velî'nin talebesi olduğunu söylemeye başladı. Bunlar
o kadar çoğaldı ki, Ankara'nın mâlî ve askerî düzeni bozuldu. Sonunda Sultan,
Hacı Bayram Velî'den talebelerinin bir listesini istemek mecburiyetinde kaldı.
Hacı Bayram Velî de, Ankara'nın Kanlıgöl mevkiinde bir çadır kurdu ve:
"Bize intisâb edenler, talebe olanlar burada toplansın." diye ilân
etti. Hacı Bayram Velî'nin talebesi olduğunu söyleyen herkes, akın akın gelip
meydanı doldurdu. Hacı Bayram Velî: "Dervişlerim! Bana intisâb eden
talebelerimi bugün burada kurban etmem emrolundu. Canını, malını bana feda
eden, çadıra girsin." buyurdu. Bütün talebeleri bir korku aldı. Bir uğultu
yükseldi. Vergiden kaçmak için talebe görünenler; "Bu ne biçim mürşit; bu
nasıl müritlik!" diye söylenip duruyorlardı. Hacı Bayram Velî de, eline
keskin bir bıçak ile çadırın kapısında beklemeye başladı. Bu sırada
topluluktan, bir erkek ile bir kadın kalabalığı yararak doğruca çadırın içine
girdiler. Arkalarından Hacı Bayram Velî de girdi. Daha önceden çadıra koyduğu
koyunu içeride hemen kesti. Kırmızı bir kan, çadırdan dışarı çıktı. Kanı gören
herkes hemen kaçtı. Meydanda kimse kalmadı. Daha sonra dışarı çıkan Hacı Bayram
Velî: "Anladık ki, bu kadar talebemiz varmış. Bunlardan başka herkes,
vergi vermek ve askerlik yapmak suretiyle, devlete olan borcunu
ödemelidir." buyurdu.
Hacı Bayram Veli, kendi döneminde çok sayıdaki sevenleri sayesinde sahip olduğu
büyük nüfuzu dâima devlet için kullanmış, onun tavsiye, fikir ve dualarını alan
idareciler bunun bereketini görmüşlerdir. Onu devlet için bir tehlike göstermek
isteyenlerin bugün adları bile hatırlanmazken, onun fikirlerinin ve mânevî
tasarrufunun hâlen geçerliliğini sürdürdüğü, kabrinin her gün binlerce mümin
tarafından ziyaret edilmesinden ve ismi geçtiğinde hayırla yâd edilmesinden
anlaşılmaktadır.
Yazıcızâde Muhammed, Ahmed-i Bicân, Akbıyık Sultan,
Üftâde Efendi ve Eşrefoğlu Rûmi gibi zirveler hep Hacı Bayram hazretlerinin
dizi dibinde yetişirler. Ama vekil olarak tek isim düşünürler: Akşemseddin!
Kaynaklar:
1.Prof.Dr.E.Cebecioğlu , ‘ Hacı Bayram Veli’ , Diyanet
Vakfı Yayını,2005,Ankara.
2.B.Sezgit, ‘Hacı Bayram-ı Veli’ ,
Nur Yayınları, Ankara.
3.Menâkıb-ı
Hacı Bayram-ı Velî
4.İslâm
Âlimleri Ansiklopedisi