LABİRENT
İçinden çıkılması güç, karışık
bölümlü ve bol dolambaçlı bir yapı olan labirente pek çok kültürde
rastlamaktayız. Bol verimli bir sembol olarak labirent, zihinde pek çok anlam
kapıları açabilmektedir.
Eski çağlardan bu yana insanlar
labirentle ilgilenmiş ona farklı anlamlar yüklemişlerdir. Türklerin Şaman
kültüründe labirent, kutsal yol olarak düşünülmekteydi. Yedi veya dokuz gök
katı çizilirken ortaya hayat ağacı sembolü çıkar ki bu ağaç da labirente benzer.
Altay Türklerine göre gök katlarında yolculuk eden bazı şamanlar, İlahi ya da
yarı İlahi varlıklarla irtibat kurabilmektedir. Bu yolculuk diğer sembolleriyle
Dante’nin İlahi Komedyası’nda da vardır. Olayların akışı takip edildiğinde Hz.
Muhammed’in(asm) Miraç mucizesinden izler taşıdığı veya benzerlikler olduğu
görülebilir.
Jacquea Attali, Vanuatu Malekula
adasındaki bir efsaneyi anlatır. Efsaneye göre kişi ölünce ruhu, Serving
ülkesindeki Wies’e gider. Kişi içeri alınmadan önce koruyucu ruh, kumun üzerine
bir labirent çizer. Kişinin ruhu bir süre bu labirenti inceler ve sonra
koruyucu ruh labirentin yarısını siler. Kişinin ruhu parmağını kumdan
kaldırmaksızın tek hareketle labirenti yeniden oluşturup kendisini merkeze
götürecek rotayı bulmalıdır. Eğer kişinin ruhu hayatı boyunca kendini
yetiştirmiş ise şekli ezberinden hatırlayacaktır.
Japon yazar Haruki Mukami, Eski
Mısırlıların hayvanların bağırsaklarına bakarak fal baktığından söz eder.
Labirentin karmaşıklığında ilhamın bağırsaklara dayandığını iddia eden yazar,
kişinin bu karmaşada kendi içine bakması gerektiğine işaret eder. Dilimize
çevrilmiş birkaç eseri bulunan sanatçı; senin dışındaki şey içinde olan şeyin
yansıması ve senin içinde olan şey de dışında olan şeyin yansımasıdır.
Murakami, bundan dolayı kendi dışındaki labirente adım atarken kendi içindeki
labirente de girmektesin ve bu da genellikle tehlikelidir, diyerek bir uyarıda
bulunur.
Murakami’den farklı bir
pencereden bakıp ruhsal bir şifa aracı olarak labirenti kullanmaya çalışıp insanları
bir labirentte yürüten Güney Afrikalı Vernon Frost, labirentin karmaşıklığı
içinde insanlara bir çıkış yolu göstermeye çalışır ve bunda belli bir başarı da
elde etmiştir. Frost, bir şeye gerçekten aşk ile odaklanılırsa ruhsal
sıkıntılar azalıp kişinin iç dünyasında bir şeyler değişmeye başlayacaktır
diyerek kalbin bu hayat labirentinde bir rehber olması gerektiğini de vurgular.
Yunan mitolojisindeki Minotauros
efsanesi labirent hakkındaki bilinen en meşhur örnektir. Efsaneye göre Girit
Kralı Minos; insan bedenli, boğa başlı tuhaf varlık Minotauros’u yetenekli
mimar Dedalus’un inşa ettiği labirente hapseder. Kral Minos’un oğlu Andegeos
Atina’da bir boğanın saldırısı üzerine ölünce Girit, Atina’dan diyet olarak her
dokuz senede bir yedi genç erkek ve yedi genç kız vermesini ister. Kurbanlık on
dört genç labirente bırakılıp Minotauros’a yem yapılır. Üçüncü kurban
ayininde Atina Kralı Aigeus’un cesur oğlu Theseus, kurbanlık olarak yedi kız ve
yedi erkeğin Minotauros’a verilişine gönüllü iştirak edip bu kanlı diyeti
durdurmaya karar verir. Minos’un kızı Ariadne, Theseus’a gönlünü kaptırmış ve
mimar Dedalus’tan labirentten çıkış yolunu öğrenir. Ariadne ona labirente
girmeden önce bir yumak ip verir. Labirente girerken bu yumağın ipini yere
bırakacak ve dönüşte yolu kaybetmeden dışarı çıkacaktır. Theseus yanındaki
kurbanlarla, merkeze yani Minotauros’a doğru labirent yolculuğuna çıkar.
Ariadne ayrıca balmumundan yapılmış ve labirentte yol gösteren sihirli bir top
vermiştir. Bu topu Minotauros’la karşılaşınca onun ağzına atar ve Minotauros
ölür. Elindeki ip sayesinde Theseus, labirentten çıkış yolunu rahatlıkla bulur.
Theseus sevgilisi Ariadne’yi de yanına alıp diğer Atinalılarla Girit’ten
kaçarak özgürlüğüne kavuşur. Labirenti yapan Dedalus oğlu İkarus ile Kral
Minos’un emriyle labirente atılır. Dedalus buradan ne kadar çıkmaya çalışsa da
çıkamaz. Dedalus labirenti kendine ev yapar. Kral Minos ölür ve hayaleti
labirentte Dedalus’u arar durur. Dedalus labirentten ancak balmumu ve tüylerden
kanat yaparak oğlu İkarus’la kurtulur. Yazık ki oğul İkarus babasının
ikazlarına rağmen uçmanın cazibesine kapılıp yükseldikçe yükselir ve güneş
balmumunu eritince de İkarus denize düşüp boğularak ölür.
Hilmi Yavuz “Labirent
Sonnet” te şu dizelerle başlayıp “sen hüzünlesin belki, belki hüzünlerlesin”
diyordu. Şiirin devamında Minotauros efsanesinde göndermelerde bulunan yaz
sevdalısı şairimiz: “yaz, bir düğüm demektir, bu yüzden durup durup / sen dâimâ
yazları, onları çözdüğünde / bir yumak olur aşklar... sanki hemen bulunup / da
yiten labirente, gene ona yolculuk / etmeye geliyorsun... akşamları frengi- /
li o resimdeki (hangi resim?) o soluk / ve çok tuhaf kadına... Ariadne,
kahverengi... / âh, elbette ölüme endeksleniyor bu kent; / hem aynayla doluyum
hem de bomboş labirent...” Şair, kenti labirente benzetirken bir gerçeğe
işaret etmekte. Evet, kent artık bir labirenttir. Geçmiş zamanın labirent
ustası Dedalus, günümüzdeki bazı yerleşim merkezlerini görse şaşar kalırdı
herhalde.
2014’te vizyona giren The Maze
Runner “Labirent” filmi Hollywood’ün labirente dair çektiği son filmlerden biri
olarak labirentteki bir grup gencin otorite ile mücadelesini işlerken bir
açıdan Minatouros efsanesinden çağrışımlar taşıyıp sinema diliyle labirent
üzerinde düşünmemizi sağlamakta. Çağımız insanı; hücreden insan bedenine,
şehirlerden bilgisayarlara, siyasi arenadan ekonomiye, atomdan kainata dek mini
veya makro labirentler iç içe yaşadığını fark etmekte. Labirent, son zamanlarda
tüm çeşitlerini yanına alıp karşımızda arzı endam ederken insanlar bu
labirentin içinden çıkmaya çalıştıkça J.Attali’nin ifadesiyle “insan her
labirent çıkışında hep başka bir labirent bulmakta.” Birkaç asırdır insan her
icatla, yeni keşiflerle belki de inanılmaz bir labirentin içinde olduğunu fark
ediyor. Galile “Matematik dilini bilmeyen için evren içinden çıkılmaz bir
labirent gibidir” diyordu. Aynı minvalde kelimelerin anlamına vakıf olamayan
için hayat ruhsal bir labirenttir. Labirentte kaybolmaya meraklı günümüz insanı
Kristof Kolomb gibi yeni kıtalar keşfedeceği düşüncesinde. Ancak her
keşif yeni labirentlere kapı aralıyor ve labirentler tavşanlar gibi üredikçe
ürüyor. Bizler de Alis gibi her seferinde bu tavşanların peşinden koşarken yeni
bir dünyada kaybolup gidiyoruz.