3 Aralık 2015 Perşembe

Salih HİLMİ


BEŞİK

Yem atalım balıklara Pinokyo
Boğazlarına koca koca yemler
Zorlasın kursakları
Mürekkep denizlerinde fırtınalar çıkaralım
Sıkılırsak bir fırtına daha patlatalım
Bir doğudan bir kuzeyden
Aaa, hatırı kalmasın güneyin
Ya Batı?
O fırtına anası, zaten doğurur bir tane
Beşiğimizi şiddetli rüzgarıyla sallar
Şimşekler, yıldırımlar ninnimiz artık
Huzursuzluk yorganımız
Biz ortadoğuyuz mirim

Ne çok pinokyomuz var
Burunları uzar da uzar
Güleriz, severiz bu tahta kafaları
Çocuksudur sabıkan
Salıncaklarını hep bir dalga sallar
Zürafa yarışındadır pinokyolarımız
Yüksek topuk giyme sevdası nöronlarında
Saf pozları, Kırmızı Başlıklı Kız saflığı
Kurtlar, hain kurtlar “ham!” yapacak şimdi
Bir ayı da kenarda
Pay sevdası yüreğini sarmış 
Oyuncak ayıcık sandın, ama hep rolmüş

Şef, bu nasıl adalet?
Bir fili dağa yükledin, bir file dağ yükledin
Develer çekildi, artık fil harbi
Bana bir mandolin getirin
Şu kenarda şarkı söyleyelim
Zaman tükeniyor, atlar yorgun
Yeni oyuncular satranç tahtasında
Taşların azaldı Pinokyo
Burnun uzadı, uzadı
Ayağına dolanıyor
Kurbağa prenslerin öküze döndü
Bir daha bir daha oyun kurma sevdası
Ah bu tahta, oyun tahtası kan oldu hep
Pinokyo, Gepetto Usta geliyor
Elinde ateş
Kuklasını yaktı yakacak

Metehan FİDAN


KALDIRIMLAR DİBİNDE SARI ÇİÇEKSİN

Kaldırımlar dibinde sarı çiçeksin,
Gün yüzü göstermiyor karanlıkların,
Sigaramın dumanı mı tenine yapıştı,
Ayak bastı paralarını toplayalım,
Yıkandı kirli kan temiz nefsine,
Ve sura üfledi börtü böceklerin,
Ne sufi kaldı, ne yaşatan iman,
Yoksulluk gölgeni aştı,
Sabır suyu kaynadı,taştı…

Kaldırımlar dibinde sarı çiçeksin,
Seni koparmaya canı yanmaz kimsenin,
Bulanıkların kanı tersten akar,
İyimser mi sakıncalı, korkak mı,
Sarı sarı gülümse fukaralara,
Ekmeğin tadı gelir belki,
Taşın, toprağın nefis kokuyor,
Sür kelamı noksana vurana,
Tek eksik var, aşk kokulu ana…

Kaldırımlar dibinde sarı çiçeksin,
Yanına bir kırmızı ne de yakıştı,
Tarumar olmaya çağırırken seni,
Rüzgarı alevlenen, yorganı rahatsız,
Çilesi kamerin uyku sersemi,
Devrana gelmedi eşin benzerin,
Bu yüzden ağlıyor kaldırımların,
Koklayınca dağıldım, unuttum seni,
Ve şimdi hatırladım…
Kaldırımlar dibinde sarı çiçeksin…







Ali KARTAL


GARİP BİR ADAMIM BEN 

Soğuk kış nefesini sağıyor herkese
Ayaz gülümsüyor sabah akşam gökyüzüm
Istırabı yavaştan yudumluyor kalbim
Garip olmak ağır geliyor bedenime

Çöküp kalıyorum sağır ten kafesime
Ruhumu dağlar iki üç yüzlü insanlar
Beni bekleyin n’olur, günahsız yarınlar
Kendimi dinliyorum izsiz ve sessizce 

Osman KURBAN



BİTİŞ

Yağmur… İçimizi sızlatan,
Yağmur… Anılarımızı canlandıran.
Damlaların içindeki haz,
Yüzümüze vuran duyguların canlılığı.
Bulutların kapandığı…
Güneşin olmadığı…

Sadece göklerin yağdığı,
Rüzgârların ağaçları sızlattığı.
Karanlığa yakın,
Aydınlığa uzak.
Yok, mu bunun bir çıkışı?

Dökülen yaprakların sessizliği,
Bu yalnızlığın demeci.
Boşluktaki rüzgâr gibi.
Yaprakların toprağa varışı.
Bir müzikal şölen gibi,
Sonbaharın bitişi…





Behzat ÇOLAKOĞLU



ÇELİŞKİ SAĞANAĞI

Nefret ettiğimiz hisler var mesela veya duygular ya da duyular... Kendimizin bile bile oluşturduğu, yıkılmaz kaleler gibi olan alışkanlıklarımız var. Kaleyi yöneten komutan da biziz, kalenin dışındaki nefer de. Kale kapısındaki kilidi koyan da biziz, anahtarın sahibi de. Savaşı kazanan da biziz, kaybeden de. Normatif düzeni kuran da biziz, isyanı başlatan da. Harekat Ordusu mu gerekiyor yoksa hareketliliğe karşı bir direniş mi? Bu sistemin ana parçası olan dişlilerin dinamik haldeyken çıkardığı ses nasıl olur da, statik durumundaki halinden daha sessiz kalır? Bu duruma sessiz kalan da biziz, taraftar da. Holiganlık başka, oynamak başka, oynatmak başka, oynatılmak başka… Hepimizin birer rolü var istediğimiz şekilde oynadığımızı sanıyoruz madem öyle neden isteklerimiz bitmez? Başkası için mi istiyoruz yoksa egomuzu, başkaları üzerine inşa edip biz de başkalarını mı oynatıyoruz? Taktik, tiki tak şeklinde ilerliyor bu zamanda; o ona, o da ona pas atıyor buna  hiyerarşi diyoruz. İşte sistem budur. Bazen yükselirsin çoğu kez alçalırsın, bazen yukarıda kalırsın ve o zaman da alçaklaşırsın. Şimdi söyle bana nerede olduğun mu önemli,  yahut nerede görüldüğün mü? 

Gölgeler aleminde aynaların karşısında o şehvetli maskelerimizle raks ediyoruz. Eşlerimizi rastgele seçip, mühim olduğunu karşısındakine hissettirmeye çalışıyoruz. Sonra bir başkası geliyor, ona da aynı muamele. Bir şeyleri kazandığımıza inandırma kompleksine giriyoruz. Ve kaybettiğimizi görmemek için maskeyi hiç çıkartmıyoruz. Aman yüzümüz gözükmesin, eşlerimiz bilmesin yoksa ne ehemmiyeti var partner değiştirmenin? Ve dans devam ediyor. Sonra kukuletalı birisi geliyor ve müzik duruyor. Herkes yerini alıyor. Her şey unutuluyor, hatırı sayılmayan hatıralar kısa bir süreliğine hafızamızda yer ediniyor. Unutulmaya mahkumlar. Unutulmadık belki, ama mahkumuz bu hayata. Birileri ziyarete geliyor, ihtiyacını giderdiğini zannediyor ve bir nebze rahatlattığına inanıyor. Sonra onlardan da ümit kesiliyor. Yalnızlığın tek gerçek kurtuluş olduğuna inanıp savaşı kazandığımızı düşünüyoruz. Ve sonra tekrardan hatırlatıyor sistem, bu bir oyun… Savaşı kazanan da biziz kaybeden de... Komutan da biziz, nefer de, strateji de… Zaman da onların, mekan da, sevdiklerimiz de... Yalnızız…
        


             O anlasın diye yazdım herkes anladı 
          Ama kimse anlatamadı hiçbirini
       Öğrenemediler kimsesizliği 
      Kimse sizi öğrenemedi
      


Osman Tarık ÇETİNKAYA


GÜL BENİZLİ

Yine günler evlerine dağılıyor...
Geceler... Uykusuz geçeceğe benziyor.
Neden hep gece duyulur ahlar?
Nasılsa iyi kadınlar hep ağlar.

Onun düş kırıklıkları vardı
Boynundan omzuna dökülen...
Yaşayan dansların adıydı
Yaş ayan beyan dökülürdü gözlerinden.

Saçları... Hissedilmeye değerdi.
Onu anlatacak kelimeler kifayetsiz...
Zaten hiçbir zaman bilinmedi,
Gözleri mi, yoksa ruhu mu dipsiz?

Sanırım hep gelir hoşçakallar…
Kadın gidince kaç eşya ayaklanır?
Üç yüz yıl süren soğuk başlar.
Üç yüz yıl süren yalnızlık...

İçime döndüm yine kadın!
Ayrılmadım resminin başından.
Boğazıma takıldı yine adın,
Son kez söylüyorum nefes almak adına.

Unut desen de fark etmez,
Artık unuttum.
Unut desen de gelmez,
Artık gitti, umudum.