31 Aralık 2015 Perşembe

Salih HİLMİ



TAMAHKÂR YAMAKLAR

Gece büyüyor, karanlık büyüyor çocuk
İshakkuşları susmuş, yarasalar bîhuş
Ateş sarıyor şehirleri
Trajedi, büyük gayyalar peşinde
İfritler yıldızları örterken göğümüzde
Kuşlar kaçıyor ve sabah ne vakit?
Labirentte kaybolan körleriz şimdi
Topal korsan çolak korsanla ortak
Yelkenler kırılacak, gülleler art arda atılırken
Gudubet simalar köhne fikirlerle sarhoş
Küpçüler hüpletirken yetim diyarı
Değnekçi müstebitler, ahaliye kreatör sevdasıyla mahmur
Kripto klan mensupları bodyguardlarına bakar
Bodyguardlar topuzla vurma tutkusunda
Tamah yakıcı tamah
Düşkünlerin zincirinden kopamıyor
Çek hepsini ardın sıra
Remilci bak sen de fallarına
Yalanlarınla avut, uyut her birini
Ah cellat, baltanı kim biledi böyle?
Ruhumuz bunca cürme dayanmaz artık
Ancak hatırımızda şair
“Çok görmüşüz zevâlini gaddar olanların
 Hengâm-ı fırsatta dil-âzâr olanların”

Macit MAHMUT


YAVUZ TURGUL SİNEMASI

Öncelikle bu yazının bir değerlendirme yazısı değil sadece bir tanıtım yazısı olduğunu belirtmek isterim.

1946 yılında İstanbul’da doğan Yavuz Turgul, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsünü bitirerek gazetecilik yapmaya başladı. Uzun bir süre Ses dergisinde çalıştı. Derginin en genç yazı işleri müdürü oldu. 1976 yılına gelindiğinde Ertem Eğilmez’in desteğiyle Arzu Film’e senaryo yazmaya başladı. İlk kez, başrollerini Türkan Şoray ve Bulut Aras’ın paylaştığı Sultan filminin senaryosuyla dikkatleri üzerine çekti. Ardından Çiçek Abbas ve Züğürt Ağa filmleriyle başarısını devam ettirdi. 1980 yılında reklam sektöründe metin yazarlığına başladı. Yönetmen koltuğuna ise ilk kez 1984 yılında, Fahriye Abla filmiyle oturdu. Ardından 1986 yılında Muhsin Bey, 1990 yılında Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni ve Gölge Oyunu filmlerini çekti.

            “Bu kadar Vikipedi yeter!” dediğinizi duyar gibiyim. O zaman biraz da Turgul’un senaryolarını nasıl oluşturduğundan, filmografisinden ve onun hakkındaki görüşlerden bahsedelim isterseniz.

Yavuz Turgul bir filmi çekimlerine başlanmadan önce zaten onu kafasında defalarca çekmiştir. Geriye kalan tek şey ise çektiği filmi başkalarının da görebileceği şekle sokmaktır.

            Onun senaryoları para kazanmak veya ilgi görmek için değil yalnızca estetik hazlarla yazıldığı için güzeldir. Hiçbir senaryosuna “Efsane bir olay olacak.” diyerek başlamadığını hiçbir zaman senaryoya başlarken blok bir şey yazmadığını sadece bir şeylerden ilham alıp -örneğin kuşun uçuşu, kelebeğin bir yere konması vs.- yazmaya başladığını, yavaş yavaş karakterleri oluşturup ondan sonra olayları tamamen karakterlerin yönlendirdiğini dile getirmektedir. Karakterleri öyle olmalıdır ki olaylar arsında hi bir boşluk olmamalıdır. Turgul’un deyimiyle senaryonun güzellik kriteri “Senaryoyu bir senarist yazmamış gibi yapabilmek.”. Yani olaylar kesinlikle senarist istediği için olmamalıdır. Senaryodaki karakterlere “Bunu yapmak ister misin?” diye sorulduğunda “Hayır” cevabı gelmemelidir  ve onun senaryolarında da bu kuvvetli örgüyü, doğal akışı görürüz. Oluşturduğu karakterler de bizden insanlardır. Senaryolarıyla ilgili Feride Çiçekoğlu şunları söylüyor:           
“Bana göre dünyadan ve bizden hikayesi olan iki tane iyi hikayeci var. Birisi Tim Burton diğeri ise Yavuz Turgul. Niye? Çünkü hep aynı hikayeyi anlatıyorlar. Şimdi bu size olumsuz bir şey gibi gelebilir ama bence değil çünkü aslında herkesin bir tane hikayesi vardır. Onu, sıkmadan değişik biçimlerde hep anlatabiliyorsa ve biz her seferinde sanki o yeni bir hikaye anlatıyormuş gibi hissediyorsak o iyi bir hikayecidir. Yavuz Turgul özellikle bize dair hikayeler, bize dair yüzlerle hikayeler anlattığı için aynı zamanda bizim hikayemizi anlatıyor. Bundan dolayı seviyoruz Yavuz Turgul’u.”

Sanki bindiğimiz dolmuşun şoförü, Şoför Şakir’dir. Eşkıya Baran evlerimizin çatısında koşmaktadır. Karakterleri içimizden insanlar olsa da her zaman akılda kalmayı başarırlar.
Turgul’un filmleri arasında ayrı bir yere sahip olan Eşkıya filmi için birkaç cümle kurmasak haksızlık yapmış oluruz.


Eşkiya
Yavuz Turgul, Yeşilçam’ın çöküşünden sonra Türk Sineması’nı tekrar ayağa kaldırmayı, seyirciyi yeniden salonlara doldurmayı Eşkıya filmiyle başarmıştır. 1996 yılında izleyici rekorları kıran film aynı yıl ülkemizden Oscar’a aday gösterildi. Turgul’un bu filmi Türk Sineması’na adeta yeni bir can getirmiştir. Bu filme dair görüşler:                                                                                                                                                                                    
Türkan Şoray: Türk Sineması çok kötü bir dönem geçirdi. Seyirci elini ayağını çekmişti. O dönem Yavuz Bey Eşkıya’yı yaptı, film izleyicileri tekrar salonlara doldurdu.
Ayhan Özen(Yardımcı Yönetmen): Biz şu anda bir yerlerde çalışıyorsak, sinemadan ekmek yiyorsak bu Yavuz Turgul’un Eşkıya’sı sayesindedir. Eşkıya’yı yapmasaydı biz hala onu bekler olurduk.Eşkıya, sinemamızın dönüm noktası olduğu gibi Turgul’un da sanatının zirvesi olmuştur.


Şener Şen
Eşkıya Baran, Muhsin Bey, Ali Osman, Ferman ve daha birçok karaktere can veren, onları aklımıza kazıyan isim: Şener Şen. Yavuz Turgul deyince Şener Şen gelir akla. Bu ikili yaptıkları filmlerle aklımızda sağlam bir yer tutar. Bu güzel filmlerin yapımında Ertem Eğilmez’in rolünü untmamak gerekir. Hem Yavuz Turgul’u hem de Şener Şen’i sinemaya kazandıran isim Ertem Eğilmez’dir. İkisini tanıştıran isim de yine odur.


Televizyon
İlk olarak 1993 yılında Süper Baba dizisini yapan Turgul 1998 yılında TV için yeni bir proje hazırladı: “İkinci Bahar”. O zamana kadarki en iyi dizi olarak görülen İkinci Bahar’da yine Şener Şen başrolde. Türkan Şoray, Şener Şen gibi usta oyuncuların bulunduğu dizi seyirci tarafından çok beğenildi. Senaryo gereği üçüncü sezonunda ekranlara veda eden İkinci Bahar, Turgul’a şu sorunun yöneltilmesine sebep oldu:” Büyük bir izleyici kitlesi varken devam ettirebileceğiniz bir diziyi neden bitiriyorsunuz?” Turgul’un cevabı:” Ben sekiz katlı bir bina yaptım ama siz sonradan bunu on iki kata çıkartmak isterseniz bina çöker.” Bu cevapla da yine senaryoyu senaristinin istediği için yazmadığını göstermiş oldu.

            Onunla çalışma tarzından da biraz bahsedelim isterseniz. Yavuz Turgul bir işe başladığında kendini tamamıyla o işe verir ve beraber çalıştığı insanlardan da bu hassasiyeti görmek ister. Oyuncularıyla iyi bir ilişkisi vardır, onlardan ne alabileceğini iyi bilir. Belki de bunun en büyük örneği Şener Şen’in oynadığı karakterlerin değişimidir. Komedi filmlerinden görmeye alışık olduğumuz Şener Şen’i alıp ona gayet ciddi roller oynatarak bize sunmuştur ve oldukça iyi sonuçlar almıştır şüphesiz. Oyunculara ve ekibe açık mektuplar yazar. Kimin nerede hata yaptığını kimin nereye çalışması gerektiğini belirten mektuplar. Oyuncular ve reji dahil tüm ekip merakla mektupta ne yazacağını bekler. Ağır bir şekilde eleştirebilir fakat buna onunla çalışanlar alışıktır ve onu bir öğretmen olarak görürler. İyi bir öğretmen.

            Yazıyı noktalamadan önce size iyi bir haber vermek istiyorum: Turgul-Şen ikilisi yeni bir filmin geldiğini müjdeledi.

Yönetmenliğini Yaptığı Filmler
Senaryosunu Yazdığı Filmler
Müziğini Yaptığı Filmler


A.Bahtiyar GÜNDÜZ


UMUT

Yüreklerde ışıltılı umut var
Ruhsuz bir gönle koskoca dünya dar

Sönmüşse bedende hakikatli can
Kapladı havsalayı kapkara zan

Dağıldı toprağımda canlı fikir
Dillerde okunur elemli zikir

Dört yanımda insanlık hep perişan
Yurtta bazısının derdi olmuş şan

Geldiyse muhabbet yine kündeye
Tüm hesaplar kalmayacak öteye


Osman KURBAN



SURETLER

Göklerde asılı duran,
Altın şamdanlar kadar;
Bırak övsünler seni,
Bir elmasın değeri kadar.
O esir ruhun
Özgür kalsın göklerde…
Ve çıksın evrenin tepelerine
Yap!
İstediğin kadar ruh
Kimisi şamdan
Kimisi kutsal
Kimisi maddiyat
Kimisi maneviyat
Ve söyle kendine;
Dizelerinden çıkmış olan
O sonelerden…
Beyitlerden…
Kıtalardan…
Utanma sakın!
Yalın ol!
Aynaya bak
İkna et kendini
Yaşlılık mı?
Gençlik mi?
Yoksa çizgiler mi?
Bak aynana ve söyle;
Bu suretten bir tane daha,
Yapmanın zamanı diye.
Ve yok et onu orada.
Öz suyunu dondur.
Sarart artık o yeşil yapraklarını
Ört o güzelliğini,
Fırtına ve karla
Bomboş olsun her yer.
Kurak bir tarla.
Oysa özü saklanan çiçeklerin,
O beyaz!
O esmer!
Kaybetmiş eski güzelliğini
Fakat…
Yaşar hala tatlı içleri.


17 Aralık 2015 Perşembe

Metehan FİDAN


AŞK SANA
Hakikat böyle imiş, hakim yazmış bir kere,
Gel de bunun üstüne bir hikaye yazsana,
Bundan evvel sallandı, kara tahtın kaç kere,
İhanet seferinden bir bölüm anlatsana,
Bundan sonra sultanım, nafiledir aşk sana…

Boş arazi bulmuşsun, ekinleri sür gene,
Kuruttuğun nefisle, gönder aşkı sürgüne,
Henüz kadim dostların, yetişmezken zor güne,
Aynalardan ne haber, haline bir baksana,
Kusura bakma ama, haramidir aşk sana…

Onca yazıp çizdiğim, üç hece var isminde,
Ahiri kıyametin, kor alevli cisminde,
İstemem fiyakalı, gül yakalı resminde,
Şimdi altın değerin, sürur etse kaç sana,
Niteliksiz sermayem,felakettir aşk sana…

Bilirim ki hedefsiz, hercaidir komutlar,
Ne hacet ki direnir, kör olası umutlar,
Bir riyakar gecedir, unut diye ağırlar,
Evvel canım versem de, nedamettir aşk sana,
Dağ,tepe,deniz dümdüz, kıyamettir aşk sana…

Bir liramın yarısı, yazık çöpe attığın,
Elli kuruş israftır, bir de gönül kattığın,
Gafil diye kandığın, beş kuruşa sattığın,
Bu edepsiz savaşta, bakışmıyor aşk sana,
Bir gönül, iki adam, yakışmıyor aşk sana…


A.Bahtiyar GÜNDÜZ


ÜMİT

Geçen aylar, sanki kopmuş şiraze
Kalsın istikbale nurlu bir dize

Eski günler şimdi bana uzakta
O zamanlardan nice tat damakta

Yüreğimde büyür ince bir hüzün
Anılar yaşlandıkça değil küskün

Yaşamışım sonu gizli rüyada
Her şey saklanacak soğuk toprakta

Uyanacağım bitmez bir dünyaya
Solmayacak orada hiçbir boya

Taner KARACAN



KUŞLAR VE UÇAKLAR

Günümüzde  uçuş güvenliği en üst seviyede tutulduğundan uçaklar muazzam sistemlerle donatılmıştır. Sistemler uçağın havada en verimli ve güvenli bir şekilde seyir almasını sağlar. Uçakların hava ile ilişkisini  en verimli bir şekilde kullanabilmesi ‘aerodinamik’ sistemiyle  mümkün olabilmektedir. Mükemmel bir aerodinamik şekil,  hava sürtünmesinin gövde veya kanatlara yaptığı basıncın en aza indirilmesiyle elde edilir.Uçaklarda hava sürüklenmesine karşı oluşturulan aerodinamik yapı ancak  kuşlardan ilham alınarak istenilen seviyeye getirilebilmiştir. Bu dizayn benzetmesi sayesinde uçaklar yüksek hızlara ulaşabilmiş ve akrobasi hareketleri dahi sergileyebilmiştir. Teknik olarak kuşlarla  kıyaslama yapıldığında, son teknolojiyle imal edilen uçak şekilleri  dahi bunlardan çok geri olduğu görülecektir. Son dönem havacılık teknolojisi eğilimi havacılıkta kuşların sahip olduğu doğal mükemmel donanımı teknik olarak modern uçaklara tatbik etme doğrultusunda gelişmiştir.

Göçmen kuşların seyrüsefer(navigasyon) donanımında  araştırmalar neticesinde, boyun kısımlarında ferromanyetik taneciklerin bulunduğu ve dünyanın manyetik alanına göre hassasiyet gösterdikleri keşfedildi. Yapılan araştırmalarda kuşların göç boyunca seyrüsefer(navigasyon) ekipmanı olarak   dünyanın manyetik alanı kullandığı öğrenilmiştir ayrıca güneş ve havadaki basınç farkından faydalanmaları, koku alma duyuları ve ultraviyole ışınların yön bulmada kuşların yardımcı seyrüsefer unsurlarıdır. Uçaklarda, aynı sisteme dayandırılarak  manyetik kumpas kullanarak manyetik kuzeyi  gösteren seyrüsefer aletleri bu metal kuşlara yönlerini bulmaya yardım eder. Ortalama bir geniş gövde uçağını düşündüğümüzde  iletişim ve yön bulmak için  6 ile 8 anten ve buna bağlı olarak bunlarla veri alışverişinde bulunan  4 ile 6 arasında bilgisayar vardır. Uçuş için hayati bilgileri sıcaklık,  basınç  ve  yükseklik gibi bilgileri hissedip veriye döken sensör ve probe(uç) lar da uçak seyrüsefer sistemlerini dolaylı olarak beslemektedir. Bu karmaşık sistem harici 2 güç ünitesiyle beslenmekte olup en az 3 ilave back-up (yedekleme) sistemi de vardır. Onlarca bilgisayarın, sensörün ve güç ünitelerinin bileşkesiyle elde edilen bu kompleks seyrüsefer siteminin en küçük bir  kuşun kullandığı doğal  seyrüsefer sistemiyle mukayese bile edememesi  hayretle dikkat edilmesi gereken bir durumdur. Steve Jobs der ki:” En karmaşık teknoloji en basit görünenlerin içindedir. Aynı şekilde devasa uçaklara bakıldığında  hayranlık uyandırabilir ama küçük bir kuş bile havacılığın gelmek istediği son sistemleri bünyesinde ihtiva ediyor.”

Kuşların kanatlarında hava ile dolan boşluklar bulunmakta ve bu da hava direncini önemli ölçüde azaltmaktadır. Bu sayede kuşlar kaldırma kuvveti elde etmek için harcadığı kalori miktarını düşürmektedir. İdealleri kuşların uçuş tekniğine ulaşmak olan yapımcılar aynı sistemi bir Boeing–747 modelinde; kanatlara küçük küçük binlerce delik açarak uygulayan yapımcılar daha ilk rüzgâr tüneli modellerinde, bu sistemin yepyeni bir aerodinamik teknik olduğunda fikir birliği etmişler ve yeni imâl edecekleri uçaklarını bu sistemle donatmaya karar vermişlerdir.

Havacılıkta karşılaşılan en büyük sıkıntılardan birisi ise yüksek gürültü kirliliğidir. Sadece bu gürültü yüzünden bazı Avrupa ülkelerinde akşam belli bir saatten sonra ilgili yerleşim bölgelerindeki hava alanlarına uçakların iniş yapması yasaklanmıştır. Bu gürültü kirliliğin öüne geçebilmek için üreticiler tekrar kuşların muazzam yapısına başvurmuştur; öyle ki bir baykuş avının üzerine atıldığında, avlanan canlı hiçbir ses algılayamaz. Bir hayalet uçak gibi fark edilmeden uçabilen baykuşun sırrı kanatlarındaki tüylerdedir. Tüylerin kenarında bir testeredeki gibi dizilmiş sıralı dişler bulunur. Baykuş kanat çırptıkça hava, bunların arasından  geçerek gürültü azaltılmış olur.

"Aerodinamik ses" ise hava akımında oluşan girdaplardan kaynaklanır. Girdaplar büyüdükçe ses de artar. Baykuşun kanadında çok sayıda pürüzlü çıkıntı olduğundan, büyük girdaplar yerine küçük girdaplar oluşur ve baykuş son derece sessiz bir uçuş gerçekleştirir. Bir Boeing 787 dreamliner motorunun  eksoz dizaynı  bu kuşun muazzam kanat yapısından esinlenlenilerek yapılmıştır. Motorun ekzos kısmı testere dişleri şeklinde yapılardan meydana getirilmiş ve hava grirdaplarının çoğunu engelleyerek gürültü büyük oranda azaltılmıştır, böylece motordan çıkan desibel max 85 desibel olmuştur ki bu da bağırma sesi 80-90 dB ile aynı seviyeddir.

Uçakların havada tutunabilmesi, uçağın kaldırma kuvvetinin kanadın altına uyguladığı farklı basınçlar sayesinde gerçekleşir. Basınç farkından dolayı, kanat üzerinde akıp giden hava, kanat ucunu terk ederken girdaplar (vorteksler) oluşur. Bu vortekslerin şiddeti uçağın ağırlığı, hızı ve kanat yapısına göre değişebilir.

Kıvrık kanat uçlarının dışa ve yukarı doğru yaptığı kıvrımın eğimli olmasının sürtünmeyi azalttığı ve itiş(havada tutunma) performansını artırdığı bazı uzun menzillere uçan göçmen kuşların bu kanat yapısından oldukça faydalandığı görülmüştür. Görülmüştür. Kıvrık kanat uçlarının yeni nesil Boeing 737 uçaklarının menzilini yaklaşık 240 kilometre artırdığı hesaplanmıştır.

Havacılığın teknolojide ulaşmak istediği en son basamak kuşların sahip olduğu mevcut teknolojileridir. Elbette ki her bir uçağın üreticisi planlayıcısı olduğu gibi bu kusursuz teknolojinin  veya organizmanın da kusursuz bir planlayıcısı ve  bir üreticisi vardır. Her alanda olduğu gibi havacılıkta da inovasyonumuza yön verebilecek varlıklar bize hep ilham kaynağı olmuştur. Uçaklar, kuşlar kadar özgür uçana dek bu inovasyon devam edecektir.


Merve MIZRAK



RIHTIMDAKİ YALNIZLIK

Saçlarını rüzgara kaptıran kadın
Gözleri sanki karanlık kuyu
Gömülmüş derinliğin koynunda
Gönlü aşınmış bir toprak
Öyle doğuştan sıla kokusu

Ah, ardında küçük mavi bir kuş
Çıplak omzuna konmuş kadının
Yüreğinden geçenleri anlıyor sanki
Başlar şakımaya mavi kuş
Ben varım dercesine                
Erimiyordu kalbinin buzları, erimezdi
Ta ki mavi kuş cıvıldadı
Yalnızlığı eritti, omzunda kadının
Kapısı aralandı kalbinin
Bir kuş cıvıldadı yüreğinde
Kadın için sadece bir kuş varmış artık
Kuş içinse sadece bir kadın




Erkut GÜNER


ISSIZ

Manolyalar geç açmış yine
Çünkü sen  gitmişsin.
Rüzgar kimsesiz dolaştı sokaklarda
Yokluğunda yeni melodiler öğrenmiş.
Yıldızlar bulutlarla oynadı
Son yolculuğa yürürken.

Aynalar gerçeği söyledi,
Ben yalanı tercih ettim.
Dört yapraklı yonca ararken
Gülden ırak düştüm.
Konuşmayı hecelerken
Susmayı unuttum ve yenildi kalbim. 

Salih HİLMİ


DEVRAN

Helvanız bitiyor bayım, işte son kaşıklar
Divitiniz kuruyor kış gelince
İmbat istediniz poyraza kaldınız
Şimdi zemheri ve zartanız gülünç
Cemiyetiniz mualla değil mecbur
Bulamaç hevesler kapitale teslim
Edvarınız firavunun ehramıyla yarışır

Smokin giymişsiniz bayım
Penguenler cılk çıkanı sevmez
Uçarı taşeron raksları bilmez onlar
Kutup sınırında pürşevk hepsi
Müsadere tellalına prim vermez hiçbiri

Bayım sizin ne çok lakabınız var
Kayser veya şah
Firavun yahut önder
Çomarlarınız yetinmez yenisini bulur
Çün efedileri kıymetlileri
O ayaktaysa dalkavuk da mümtaz
Nazargahı şef olan rehinenin devranı şimdi
Ancak her devran bitmeye mahkum

3 Aralık 2015 Perşembe

Salih HİLMİ


BEŞİK

Yem atalım balıklara Pinokyo
Boğazlarına koca koca yemler
Zorlasın kursakları
Mürekkep denizlerinde fırtınalar çıkaralım
Sıkılırsak bir fırtına daha patlatalım
Bir doğudan bir kuzeyden
Aaa, hatırı kalmasın güneyin
Ya Batı?
O fırtına anası, zaten doğurur bir tane
Beşiğimizi şiddetli rüzgarıyla sallar
Şimşekler, yıldırımlar ninnimiz artık
Huzursuzluk yorganımız
Biz ortadoğuyuz mirim

Ne çok pinokyomuz var
Burunları uzar da uzar
Güleriz, severiz bu tahta kafaları
Çocuksudur sabıkan
Salıncaklarını hep bir dalga sallar
Zürafa yarışındadır pinokyolarımız
Yüksek topuk giyme sevdası nöronlarında
Saf pozları, Kırmızı Başlıklı Kız saflığı
Kurtlar, hain kurtlar “ham!” yapacak şimdi
Bir ayı da kenarda
Pay sevdası yüreğini sarmış 
Oyuncak ayıcık sandın, ama hep rolmüş

Şef, bu nasıl adalet?
Bir fili dağa yükledin, bir file dağ yükledin
Develer çekildi, artık fil harbi
Bana bir mandolin getirin
Şu kenarda şarkı söyleyelim
Zaman tükeniyor, atlar yorgun
Yeni oyuncular satranç tahtasında
Taşların azaldı Pinokyo
Burnun uzadı, uzadı
Ayağına dolanıyor
Kurbağa prenslerin öküze döndü
Bir daha bir daha oyun kurma sevdası
Ah bu tahta, oyun tahtası kan oldu hep
Pinokyo, Gepetto Usta geliyor
Elinde ateş
Kuklasını yaktı yakacak

Metehan FİDAN


KALDIRIMLAR DİBİNDE SARI ÇİÇEKSİN

Kaldırımlar dibinde sarı çiçeksin,
Gün yüzü göstermiyor karanlıkların,
Sigaramın dumanı mı tenine yapıştı,
Ayak bastı paralarını toplayalım,
Yıkandı kirli kan temiz nefsine,
Ve sura üfledi börtü böceklerin,
Ne sufi kaldı, ne yaşatan iman,
Yoksulluk gölgeni aştı,
Sabır suyu kaynadı,taştı…

Kaldırımlar dibinde sarı çiçeksin,
Seni koparmaya canı yanmaz kimsenin,
Bulanıkların kanı tersten akar,
İyimser mi sakıncalı, korkak mı,
Sarı sarı gülümse fukaralara,
Ekmeğin tadı gelir belki,
Taşın, toprağın nefis kokuyor,
Sür kelamı noksana vurana,
Tek eksik var, aşk kokulu ana…

Kaldırımlar dibinde sarı çiçeksin,
Yanına bir kırmızı ne de yakıştı,
Tarumar olmaya çağırırken seni,
Rüzgarı alevlenen, yorganı rahatsız,
Çilesi kamerin uyku sersemi,
Devrana gelmedi eşin benzerin,
Bu yüzden ağlıyor kaldırımların,
Koklayınca dağıldım, unuttum seni,
Ve şimdi hatırladım…
Kaldırımlar dibinde sarı çiçeksin…







Ali KARTAL


GARİP BİR ADAMIM BEN 

Soğuk kış nefesini sağıyor herkese
Ayaz gülümsüyor sabah akşam gökyüzüm
Istırabı yavaştan yudumluyor kalbim
Garip olmak ağır geliyor bedenime

Çöküp kalıyorum sağır ten kafesime
Ruhumu dağlar iki üç yüzlü insanlar
Beni bekleyin n’olur, günahsız yarınlar
Kendimi dinliyorum izsiz ve sessizce 

Osman KURBAN



BİTİŞ

Yağmur… İçimizi sızlatan,
Yağmur… Anılarımızı canlandıran.
Damlaların içindeki haz,
Yüzümüze vuran duyguların canlılığı.
Bulutların kapandığı…
Güneşin olmadığı…

Sadece göklerin yağdığı,
Rüzgârların ağaçları sızlattığı.
Karanlığa yakın,
Aydınlığa uzak.
Yok, mu bunun bir çıkışı?

Dökülen yaprakların sessizliği,
Bu yalnızlığın demeci.
Boşluktaki rüzgâr gibi.
Yaprakların toprağa varışı.
Bir müzikal şölen gibi,
Sonbaharın bitişi…





Behzat ÇOLAKOĞLU



ÇELİŞKİ SAĞANAĞI

Nefret ettiğimiz hisler var mesela veya duygular ya da duyular... Kendimizin bile bile oluşturduğu, yıkılmaz kaleler gibi olan alışkanlıklarımız var. Kaleyi yöneten komutan da biziz, kalenin dışındaki nefer de. Kale kapısındaki kilidi koyan da biziz, anahtarın sahibi de. Savaşı kazanan da biziz, kaybeden de. Normatif düzeni kuran da biziz, isyanı başlatan da. Harekat Ordusu mu gerekiyor yoksa hareketliliğe karşı bir direniş mi? Bu sistemin ana parçası olan dişlilerin dinamik haldeyken çıkardığı ses nasıl olur da, statik durumundaki halinden daha sessiz kalır? Bu duruma sessiz kalan da biziz, taraftar da. Holiganlık başka, oynamak başka, oynatmak başka, oynatılmak başka… Hepimizin birer rolü var istediğimiz şekilde oynadığımızı sanıyoruz madem öyle neden isteklerimiz bitmez? Başkası için mi istiyoruz yoksa egomuzu, başkaları üzerine inşa edip biz de başkalarını mı oynatıyoruz? Taktik, tiki tak şeklinde ilerliyor bu zamanda; o ona, o da ona pas atıyor buna  hiyerarşi diyoruz. İşte sistem budur. Bazen yükselirsin çoğu kez alçalırsın, bazen yukarıda kalırsın ve o zaman da alçaklaşırsın. Şimdi söyle bana nerede olduğun mu önemli,  yahut nerede görüldüğün mü? 

Gölgeler aleminde aynaların karşısında o şehvetli maskelerimizle raks ediyoruz. Eşlerimizi rastgele seçip, mühim olduğunu karşısındakine hissettirmeye çalışıyoruz. Sonra bir başkası geliyor, ona da aynı muamele. Bir şeyleri kazandığımıza inandırma kompleksine giriyoruz. Ve kaybettiğimizi görmemek için maskeyi hiç çıkartmıyoruz. Aman yüzümüz gözükmesin, eşlerimiz bilmesin yoksa ne ehemmiyeti var partner değiştirmenin? Ve dans devam ediyor. Sonra kukuletalı birisi geliyor ve müzik duruyor. Herkes yerini alıyor. Her şey unutuluyor, hatırı sayılmayan hatıralar kısa bir süreliğine hafızamızda yer ediniyor. Unutulmaya mahkumlar. Unutulmadık belki, ama mahkumuz bu hayata. Birileri ziyarete geliyor, ihtiyacını giderdiğini zannediyor ve bir nebze rahatlattığına inanıyor. Sonra onlardan da ümit kesiliyor. Yalnızlığın tek gerçek kurtuluş olduğuna inanıp savaşı kazandığımızı düşünüyoruz. Ve sonra tekrardan hatırlatıyor sistem, bu bir oyun… Savaşı kazanan da biziz kaybeden de... Komutan da biziz, nefer de, strateji de… Zaman da onların, mekan da, sevdiklerimiz de... Yalnızız…
        


             O anlasın diye yazdım herkes anladı 
          Ama kimse anlatamadı hiçbirini
       Öğrenemediler kimsesizliği 
      Kimse sizi öğrenemedi
      


Osman Tarık ÇETİNKAYA


GÜL BENİZLİ

Yine günler evlerine dağılıyor...
Geceler... Uykusuz geçeceğe benziyor.
Neden hep gece duyulur ahlar?
Nasılsa iyi kadınlar hep ağlar.

Onun düş kırıklıkları vardı
Boynundan omzuna dökülen...
Yaşayan dansların adıydı
Yaş ayan beyan dökülürdü gözlerinden.

Saçları... Hissedilmeye değerdi.
Onu anlatacak kelimeler kifayetsiz...
Zaten hiçbir zaman bilinmedi,
Gözleri mi, yoksa ruhu mu dipsiz?

Sanırım hep gelir hoşçakallar…
Kadın gidince kaç eşya ayaklanır?
Üç yüz yıl süren soğuk başlar.
Üç yüz yıl süren yalnızlık...

İçime döndüm yine kadın!
Ayrılmadım resminin başından.
Boğazıma takıldı yine adın,
Son kez söylüyorum nefes almak adına.

Unut desen de fark etmez,
Artık unuttum.
Unut desen de gelmez,
Artık gitti, umudum.