AÇGÖZLÜLÜK
Evvel zaman içinde
Salonika’dan, Halep’e büyük, büyük, büyük bir dede iplik almaya gider. Dede
tüccardır. Tekstil işiyle uğraşır. Dere tepe düz gider ve Halep’e ulaşır.
Meydanda bir kalabalık görür. Uzun bir kuyruk ve çadır vardır. Dedemiz merak
eder ve kuyruğu gözetlemeye başlar. Çadıra giren elinde bir kese altın ile
çıkar. Dedemiz çadıra girer ve bakar ki: Ortada bir kör olan ihtiyar oturuyor
ve önünde kocaman bir altın çuvalı. Kuyruktakiler geliyor, ihtiyarın ensesine
sertçe bir şaplak yapıştırıyorlar. Sonra adam “Oh! Hak yerini buldu” diyor.
Bizim dede şaşkınlıkla seyrediyor. Sonra akşam oluyor. Dedemiz o ihtiyarın
yanına gidiyor: Sana yardım edebilir miyim diye soruyor. İhtiyar: kızgın bir
ses tonuyla: sen de kimsin, benim param da gözün mü var diye soruyor. Dedemiz,
yok ben Tüccarım uzak diyarlardan geldim buraya meydanda soluklanmak için
dururken seni gördüm ve çok şaşırdım diyor. İhtiyar, dedemize: sen altın aldın
mı diye soruyor. Dedemiz, hayır almadım diyor. Zaten istemiyorum da ama merak
ediyorum, neden bu insanlar senin ensene vuruyorlar: bak ensen kıpkırmızı olmuş
diyor. İhtiyar, adama sen gerçekten de benim paramın peşinde değil misin diye
soruyor. Dedemiz, hayır, ben sadece bu olayı merak ediyorum diyor. İhtiyar
adam, dedemizin yüzüne sanki görecekmiş gibi bakıyor ve çok tuhaf bir adamsın
sen diyor. Dedemiz, asıl tuhaf olan sensin diyor. İhtiyar adam, dedemizi alıp
bir kahveye götürüyor ve anlatmaya başlıyor…
İhtiyar adam: Ben
kervancı başıydım. 40 develik bir kervanım vardı. Bu yörede çok dürüst bir adam
olarak tanınırdım, herkes beni severdi. Herkese hakkınca davranır, çok fazla da
para almazdım diyor. Sonra bir akşamüstü, evde otururken birden kapı çalındı.
Bir baktım aksakallı bir dede. Bana dedi ki: Evladım sana ihtiyacım var,
seninle birlikte iş yapacağız, develerine ihtiyacım var dedi. Ne işi yapacağız
dedim. Onu sormayacaksın dedi. 40 deven var, hepsine ihtiyacım var. Eğer
benimle gelirsen bu kırk deveni, iki yüz deve yapabilirsin dedi. Bana güven ya
da güvenme. Peki dedim. Aksakallı dede; peki o zaman yarın sabah hazırlan yola
çıkacağız dedi. Ben develerimi hazırlamaya koyuldum. İşçilerimden biri dedi ki;
Yapma, etme ya adam haramiyse ya hırsızsa dedi. Ben işçime adam hiçte öyle
birine benzemiyordu dedim. İşçilerim sen bilirsin dediler. Ertesi gün, sabah
ezanıyla beraber gün doğmadan aksakallı dedi ile yola çıktık. Bir gün kadar
gittik. Tepelik olan bir yere geldik. Aksakallı, tamam artık geldik dedi.
Aksakallı o tepenin iki yanına taş koydu. Birini bir eliyle okuyup üfledi,
diğerine de aynısı yaptı. Sonra ellerini havaya kaldırdı ve bir dua etti.
Tümseğin ortasına bir kapı açıldı. Aksakallı bana dedi ki; Bu kapıdan içeri gir
dedi. Hiç korkma. İçerinde bir boşluk göreceksin, o boşluğun içine elini sok
bir kutu alacaksın, o kutuyu aç ne olacağını görürsün dedi. Ben girdim içeriye,
hakikaten de o boşluğun içine elimi attım ve bir kutu geldi. Kutuyu bir açtım.
Etraf birden aydınlandı. Aman Allah’ım! Her taraf altın. Ben altınları dışarı
çıkardım ve develere yükledim. Sonra eve gitmeye başladık. Ben aksakallıya
dedim ki: Biz bu para işini konuşmadık ne vereceksin bana dedim. Aksakallı bana
1 deve altın yeter mi dedi. Ben de tamam dedim. Aradan bir saat geçti, kendi
kendime düşündüm. İçeriye giren benim, neden ben bir deve yük alıyor dedim.
Sonra aksakallıya döndüm, dedim ki; aksakallı, sen beni kandırdın. İçeri giren
benim, ben daha fazla yük istiyorum dedim. Aksakallı tamam evladım, 5 deve
yeter mi dedi. Tamam dedim. Biraz daha yol gittik, kendi kendime bir daha
düşündüm, aksakallı sen beni yine kandırdın. Ben içerde ne olacağını
bilmiyordum belki ölebilirdim dedim. Aksakallı tamam evladım ne kadar
istiyorsun dedi. Yarısını istiyorum dedim. Aksakallı döndü bana dedi ki; peki
evladım al ama bak gittiğin bu yol, yol değil. 1 deve yük altın sana yeterdi,
her şeyin fazlası haram dedi. Ben: yok, ne yaptığımı biliyorum dedim. Biraz
daha gittik. Sonra ben kendi, kendime düşündüm. Ben neden bu aksakallıya para
veriyorum ki dedim. Döndüm ve dedim ki; aksakallı bu kırk deve altında benim
dedim. Aksakallı döndü: Bak evladım yapma, ateşle oynuyorsun. Yok, ben ne
yaptığımı biliyorum, bunların hepsi benim dedim. Biraz daha gittiktenken sonra,
aksakallıya döndüm. Aksakallı sen yine beni kandırdın dedim. Benim sana o
boşluktan getirdiğim kutuda ne var. Sen bana kırk deve yükü verdin ama kim
bilir sen ne aldın dedim. Çabuk ver onu bana dedim. Aksakallı; evladım bak
yapma dedi. Ben bıçağımı çektim, boğazına doğru götürdüm. Aksakallı, vermek
zorunda kaldı. Kutuyu bir açtım, içinde bir toz. Aksakallıya sordum, ne
yapacaksın bu tozu dedim. Aksakallı ilk başta söylemedi. Sonra tehdit ettim ve
söyledi. Aksakallı: bak bu tozu sol gözüne sür, bu taşların ve dağların
altındaki bütün hazineleri görürsün dedi. Hakikaten de sürdüm, bütün servetleri
görmeye başladım. Sonra yolda giderken, aksakallıya ben öteki gözüme de
süreceğim dedim. Aksakallı; bak oğlum, yapma çok ileri gidiyorsun. Haddini
fazla aştın dedi. Ben sen karışma dedim ve öteki gözüme de sürdüm. Sonra
gözlerim kör oldu…
İhtiyar adam, bizim dedeye dönerek; ben o kadar açgözlü bir adamım ki
şimdi o kırk deve altın varya, şehrin meydanında her Cuma günü otururum ve
enseme vurana bir kese altın veririm. Sonra “Oh! Hak yerini buldu” derim demiş…
Sence de hak yerini bulmuyor mu evlat demiş. Dedemiz; buluyor, gerçekten de
buluyor demiş…