2 Haziran 2016 Perşembe

Osman KURBAN

GREED SURREAL ile ilgili görsel sonucu

AÇGÖZLÜLÜK

   Evvel zaman içinde Salonika’dan, Halep’e büyük, büyük, büyük bir dede iplik almaya gider. Dede tüccardır. Tekstil işiyle uğraşır. Dere tepe düz gider ve Halep’e ulaşır. Meydanda bir kalabalık görür. Uzun bir kuyruk ve çadır vardır. Dedemiz merak eder ve kuyruğu gözetlemeye başlar. Çadıra giren elinde bir kese altın ile çıkar. Dedemiz çadıra girer ve bakar ki: Ortada bir kör olan ihtiyar oturuyor ve önünde kocaman bir altın çuvalı. Kuyruktakiler geliyor, ihtiyarın ensesine sertçe bir şaplak yapıştırıyorlar. Sonra adam “Oh! Hak yerini buldu” diyor. Bizim dede şaşkınlıkla seyrediyor. Sonra akşam oluyor. Dedemiz o ihtiyarın yanına gidiyor: Sana yardım edebilir miyim diye soruyor. İhtiyar: kızgın bir ses tonuyla: sen de kimsin, benim param da gözün mü var diye soruyor. Dedemiz, yok ben Tüccarım uzak diyarlardan geldim buraya meydanda soluklanmak için dururken seni gördüm ve çok şaşırdım diyor. İhtiyar, dedemize: sen altın aldın mı diye soruyor. Dedemiz, hayır almadım diyor. Zaten istemiyorum da ama merak ediyorum, neden bu insanlar senin ensene vuruyorlar: bak ensen kıpkırmızı olmuş diyor. İhtiyar, adama sen gerçekten de benim paramın peşinde değil misin diye soruyor. Dedemiz, hayır, ben sadece bu olayı merak ediyorum diyor. İhtiyar adam, dedemizin yüzüne sanki görecekmiş gibi bakıyor ve çok tuhaf bir adamsın sen diyor. Dedemiz, asıl tuhaf olan sensin diyor. İhtiyar adam, dedemizi alıp bir kahveye götürüyor ve anlatmaya başlıyor…

   İhtiyar adam: Ben kervancı başıydım. 40 develik bir kervanım vardı. Bu yörede çok dürüst bir adam olarak tanınırdım, herkes beni severdi. Herkese hakkınca davranır, çok fazla da para almazdım diyor. Sonra bir akşamüstü, evde otururken birden kapı çalındı. Bir baktım aksakallı bir dede. Bana dedi ki: Evladım sana ihtiyacım var, seninle birlikte iş yapacağız, develerine ihtiyacım var dedi. Ne işi yapacağız dedim. Onu sormayacaksın dedi. 40 deven var, hepsine ihtiyacım var. Eğer benimle gelirsen bu kırk deveni, iki yüz deve yapabilirsin dedi. Bana güven ya da güvenme. Peki dedim. Aksakallı dede; peki o zaman yarın sabah hazırlan yola çıkacağız dedi. Ben develerimi hazırlamaya koyuldum. İşçilerimden biri dedi ki; Yapma, etme ya adam haramiyse ya hırsızsa dedi. Ben işçime adam hiçte öyle birine benzemiyordu dedim. İşçilerim sen bilirsin dediler. Ertesi gün, sabah ezanıyla beraber gün doğmadan aksakallı dedi ile yola çıktık. Bir gün kadar gittik. Tepelik olan bir yere geldik. Aksakallı, tamam artık geldik dedi. Aksakallı o tepenin iki yanına taş koydu. Birini bir eliyle okuyup üfledi, diğerine de aynısı yaptı. Sonra ellerini havaya kaldırdı ve bir dua etti. Tümseğin ortasına bir kapı açıldı. Aksakallı bana dedi ki; Bu kapıdan içeri gir dedi. Hiç korkma. İçerinde bir boşluk göreceksin, o boşluğun içine elini sok bir kutu alacaksın, o kutuyu aç ne olacağını görürsün dedi. Ben girdim içeriye, hakikaten de o boşluğun içine elimi attım ve bir kutu geldi. Kutuyu bir açtım. Etraf birden aydınlandı. Aman Allah’ım! Her taraf altın. Ben altınları dışarı çıkardım ve develere yükledim. Sonra eve gitmeye başladık. Ben aksakallıya dedim ki: Biz bu para işini konuşmadık ne vereceksin bana dedim. Aksakallı bana 1 deve altın yeter mi dedi. Ben de tamam dedim. Aradan bir saat geçti, kendi kendime düşündüm. İçeriye giren benim, neden ben bir deve yük alıyor dedim. Sonra aksakallıya döndüm, dedim ki; aksakallı, sen beni kandırdın. İçeri giren benim, ben daha fazla yük istiyorum dedim. Aksakallı tamam evladım, 5 deve yeter mi dedi. Tamam dedim. Biraz daha yol gittik, kendi kendime bir daha düşündüm, aksakallı sen beni yine kandırdın. Ben içerde ne olacağını bilmiyordum belki ölebilirdim dedim. Aksakallı tamam evladım ne kadar istiyorsun dedi. Yarısını istiyorum dedim. Aksakallı döndü bana dedi ki; peki evladım al ama bak gittiğin bu yol, yol değil. 1 deve yük altın sana yeterdi, her şeyin fazlası haram dedi. Ben: yok, ne yaptığımı biliyorum dedim. Biraz daha gittik. Sonra ben kendi, kendime düşündüm. Ben neden bu aksakallıya para veriyorum ki dedim. Döndüm ve dedim ki; aksakallı bu kırk deve altında benim dedim. Aksakallı döndü: Bak evladım yapma, ateşle oynuyorsun. Yok, ben ne yaptığımı biliyorum, bunların hepsi benim dedim. Biraz daha gittiktenken sonra, aksakallıya döndüm. Aksakallı sen yine beni kandırdın dedim. Benim sana o boşluktan getirdiğim kutuda ne var. Sen bana kırk deve yükü verdin ama kim bilir sen ne aldın dedim. Çabuk ver onu bana dedim. Aksakallı; evladım bak yapma dedi. Ben bıçağımı çektim, boğazına doğru götürdüm. Aksakallı, vermek zorunda kaldı. Kutuyu bir açtım, içinde bir toz. Aksakallıya sordum, ne yapacaksın bu tozu dedim. Aksakallı ilk başta söylemedi. Sonra tehdit ettim ve söyledi. Aksakallı: bak bu tozu sol gözüne sür, bu taşların ve dağların altındaki bütün hazineleri görürsün dedi. Hakikaten de sürdüm, bütün servetleri görmeye başladım. Sonra yolda giderken, aksakallıya ben öteki gözüme de süreceğim dedim. Aksakallı; bak oğlum, yapma çok ileri gidiyorsun. Haddini fazla aştın dedi. Ben sen karışma dedim ve öteki gözüme de sürdüm. Sonra gözlerim kör oldu…

          İhtiyar adam, bizim dedeye dönerek; ben o kadar açgözlü bir adamım ki şimdi o kırk deve altın varya, şehrin meydanında her Cuma günü otururum ve enseme vurana bir kese altın veririm. Sonra “Oh! Hak yerini buldu” derim demiş… Sence de hak yerini bulmuyor mu evlat demiş. Dedemiz; buluyor, gerçekten de buluyor demiş…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder