2 Temmuz 2015 Perşembe

Abdülmecid ORHAN



LABİRENT

İçinden çıkılması güç, karışık bölümlü ve bol dolambaçlı bir yapı olan labirente pek çok kültürde rastlamaktayız. Bol verimli bir sembol olarak labirent, zihinde pek çok anlam kapıları açabilmektedir.

Eski çağlardan bu yana insanlar labirentle ilgilenmiş ona farklı anlamlar yüklemişlerdir. Türklerin Şaman kültüründe labirent, kutsal yol olarak düşünülmekteydi. Yedi veya dokuz gök katı çizilirken ortaya hayat ağacı sembolü çıkar ki bu ağaç da labirente benzer. Altay Türklerine göre gök katlarında yolculuk eden bazı şamanlar, İlahi ya da yarı İlahi varlıklarla irtibat kurabilmektedir. Bu yolculuk diğer sembolleriyle Dante’nin İlahi Komedyası’nda da vardır. Olayların akışı takip edildiğinde Hz. Muhammed’in(asm) Miraç mucizesinden izler taşıdığı veya benzerlikler olduğu görülebilir.

Jacquea Attali, Vanuatu Malekula adasındaki bir efsaneyi anlatır. Efsaneye göre kişi ölünce ruhu, Serving ülkesindeki Wies’e gider. Kişi içeri alınmadan önce koruyucu ruh, kumun üzerine bir labirent çizer. Kişinin ruhu bir süre bu labirenti inceler ve sonra koruyucu ruh labirentin yarısını siler. Kişinin ruhu parmağını kumdan kaldırmaksızın tek hareketle labirenti yeniden oluşturup kendisini merkeze götürecek rotayı bulmalıdır. Eğer kişinin ruhu hayatı boyunca kendini yetiştirmiş ise şekli ezberinden hatırlayacaktır. 

Japon yazar Haruki Mukami, Eski Mısırlıların hayvanların bağırsaklarına bakarak fal baktığından söz eder. Labirentin karmaşıklığında ilhamın bağırsaklara dayandığını iddia eden yazar, kişinin bu karmaşada kendi içine bakması gerektiğine işaret eder. Dilimize çevrilmiş birkaç eseri bulunan sanatçı; senin dışındaki şey içinde olan şeyin yansıması ve senin içinde olan şey de dışında olan şeyin yansımasıdır. Murakami, bundan dolayı kendi dışındaki labirente adım atarken kendi içindeki labirente de girmektesin ve bu da genellikle tehlikelidir, diyerek bir uyarıda bulunur.

Murakami’den farklı bir pencereden bakıp ruhsal bir şifa aracı olarak labirenti kullanmaya çalışıp insanları bir labirentte yürüten Güney Afrikalı Vernon Frost, labirentin karmaşıklığı içinde insanlara bir çıkış yolu göstermeye çalışır ve bunda belli bir başarı da elde etmiştir. Frost, bir şeye gerçekten aşk ile odaklanılırsa ruhsal sıkıntılar azalıp kişinin iç dünyasında bir şeyler değişmeye başlayacaktır diyerek kalbin bu hayat labirentinde bir rehber olması gerektiğini de vurgular.

Yunan mitolojisindeki Minotauros efsanesi labirent hakkındaki bilinen en meşhur örnektir. Efsaneye göre Girit Kralı Minos; insan bedenli, boğa başlı tuhaf varlık Minotauros’u yetenekli mimar Dedalus’un inşa ettiği labirente hapseder. Kral Minos’un oğlu Andegeos Atina’da bir boğanın saldırısı üzerine ölünce Girit, Atina’dan diyet olarak her dokuz senede bir yedi genç erkek ve yedi genç kız vermesini ister. Kurbanlık on dört genç labirente bırakılıp Minotauros’a yem yapılır.  Üçüncü kurban ayininde Atina Kralı Aigeus’un cesur oğlu Theseus, kurbanlık olarak yedi kız ve yedi erkeğin Minotauros’a verilişine gönüllü iştirak edip bu kanlı diyeti durdurmaya karar verir. Minos’un kızı Ariadne, Theseus’a gönlünü kaptırmış ve mimar Dedalus’tan labirentten çıkış yolunu öğrenir. Ariadne ona labirente girmeden önce bir yumak ip verir. Labirente girerken bu yumağın ipini yere bırakacak ve dönüşte yolu kaybetmeden dışarı çıkacaktır. Theseus yanındaki kurbanlarla, merkeze yani Minotauros’a doğru labirent yolculuğuna çıkar. Ariadne ayrıca balmumundan yapılmış ve labirentte yol gösteren sihirli bir top vermiştir. Bu topu Minotauros’la karşılaşınca onun ağzına atar ve Minotauros ölür. Elindeki ip sayesinde Theseus, labirentten çıkış yolunu rahatlıkla bulur.  Theseus sevgilisi Ariadne’yi de yanına alıp diğer Atinalılarla Girit’ten kaçarak özgürlüğüne kavuşur. Labirenti yapan Dedalus oğlu İkarus ile Kral Minos’un emriyle labirente atılır. Dedalus buradan ne kadar çıkmaya çalışsa da çıkamaz.  Dedalus labirenti kendine ev yapar. Kral Minos ölür ve hayaleti labirentte Dedalus’u arar durur. Dedalus labirentten ancak balmumu ve tüylerden kanat yaparak oğlu İkarus’la kurtulur.  Yazık ki oğul İkarus babasının ikazlarına rağmen uçmanın cazibesine kapılıp yükseldikçe yükselir ve güneş balmumunu eritince de İkarus denize düşüp boğularak ölür.

 Hilmi Yavuz  “Labirent Sonnet” te şu dizelerle başlayıp “sen hüzünlesin belki, belki hüzünlerlesin” diyordu. Şiirin devamında Minotauros efsanesinde göndermelerde bulunan yaz sevdalısı şairimiz: “yaz, bir düğüm demektir, bu yüzden durup durup / sen dâimâ yazları, onları çözdüğünde / bir yumak olur aşklar... sanki hemen bulunup / da yiten labirente, gene ona yolculuk / etmeye geliyorsun... akşamları frengi- / li o resimdeki (hangi resim?) o soluk / ve çok tuhaf kadına... Ariadne, kahverengi... / âh, elbette ölüme endeksleniyor bu kent; / hem aynayla doluyum hem de bomboş labirent...”  Şair, kenti labirente benzetirken bir gerçeğe işaret etmekte. Evet, kent artık bir labirenttir. Geçmiş zamanın labirent ustası Dedalus, günümüzdeki bazı yerleşim merkezlerini görse şaşar kalırdı herhalde.

2014’te vizyona giren The Maze Runner “Labirent” filmi Hollywood’ün labirente dair çektiği son filmlerden biri olarak labirentteki bir grup gencin otorite ile mücadelesini işlerken bir açıdan Minatouros efsanesinden çağrışımlar taşıyıp sinema diliyle labirent üzerinde düşünmemizi sağlamakta. Çağımız insanı; hücreden insan bedenine, şehirlerden bilgisayarlara, siyasi arenadan ekonomiye, atomdan kainata dek mini veya makro labirentler iç içe yaşadığını fark etmekte. Labirent, son zamanlarda tüm çeşitlerini yanına alıp karşımızda arzı endam ederken insanlar bu labirentin içinden çıkmaya çalıştıkça J.Attali’nin ifadesiyle “insan her labirent çıkışında hep başka bir labirent bulmakta.” Birkaç asırdır insan her icatla, yeni keşiflerle belki de inanılmaz bir labirentin içinde olduğunu fark ediyor. Galile “Matematik dilini bilmeyen için evren içinden çıkılmaz bir labirent gibidir” diyordu. Aynı minvalde kelimelerin anlamına vakıf olamayan için hayat ruhsal bir labirenttir. Labirentte kaybolmaya meraklı günümüz insanı Kristof Kolomb gibi yeni kıtalar keşfedeceği düşüncesinde.  Ancak her keşif yeni labirentlere kapı aralıyor ve labirentler tavşanlar gibi üredikçe ürüyor. Bizler de Alis gibi her seferinde bu tavşanların peşinden koşarken yeni bir dünyada kaybolup gidiyoruz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder