18 Haziran 2015 Perşembe

Murat EROĞLU


Bozkırın Berrak Pınarı Hacı Bayram-ı Veli

Konstantiniyye mutlaka alınacaktır. Ama bunu bir öfke ve hiddet işi haline sokmadan, bir illeti tedavi eder gibi yapmak lazımdır. Çünkü hiddet ve kin, gerçekleri gören gözleri kör eder. Padişah huzurunda dahi olsanız hakkı ve hakikati söylemekten korkmayınız. Padişah, sizi hoşlanmadığınız ve dininize uymayan bir işe tayin ederse kabul etmeyiniz. Hiç kimseyi küçümseme ve hafife alma! [Hacı Bayram-ı Veli]
Doğum ismi, Numan bin Ahmed, lâkâbı "Hacı Bayram"dır. 1352 (H. 753) tarihinde Ankara’nın  Çubuk Çayı üzerinde Zül-Fadl(Solfasol) köyünde doğdu. Hacı Bayram-ı Veli, 14. ve 15. yüzyıllarda Anadolu’da yetişti. Eserlerini diğer Hacı Bektaş-ı Veli yoldaşları gibi Türkçe olarak yazarak Türkçe kulanımını Anadolu'da önemli şekilde etkiledi.
 Yıl: 1433, Yer: Edirne.
 Edirne'deki sarayın büyük salonuna tedirginlik uyandıran bir sessizlik hâkimdi. Sultan 2. Murad'ın (1402–1451) canı sıkkındı; vezirlerin ve diğer görevlilerin de... Herkes, devlete karşı isyan edeceği haber verilen ve bunun üzerine padişahın derdest edilerek getirilmesini emrettiği Nûmân isimli kişiyi bekliyordu… Zanlının suçu oldukça büyüktü: Devleti ele geçirmek... Devlet, daha yirmi yıl kadar önce, 1402 Ankara Savaşı sonrasında, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış, Anadolu'da eski beylikler tekrar bağımsızlıklarını ilân etmeye başlamış; birlik ve beraberlik Çelebi Mehmed tarafından zor da olsa yeniden sağlanmıştı. Bu acı günlerin üzerinden çok geçmeden duyulan bu isyan ihbarı büyük bir endişe uyandırmıştı. 
Sessizlik bozulur. İhtiyar subaşı nefes nefese huzura çıkar, Padişahı selâmlar. “Engürü’deki şeyhi getirdik efendim!” der, “Ama ...”
-Aması ne?
-Bu zat söylendiği gibi etrafına çapulcu toplayan bir fitneci değil. Aksine büyük bir âlim ve gönül ehli.
-Nereden biliyorsun peki?
İhtiyar subaşı bunları değirmende ağartmadık gibilerden sakalını sıvazlar. “Şu kadarını söyliyeyim” der, “kendisi Şeyh Hamideddin-i Veli Hazretleri’nin halifesi!”
-Sen ne diyorsun!
-Geleceğimizi biliyordu. Bizi yolda karşıladı. Boynunu büküp bileklerini uzattı, “Haydi evladım” dedi, “zincirleyin beni!”
-N’aptık biz. Bir Allah dostunu zincire vurduk desene.
-Vurmadık efendim. Aksine yol boyu hizmet ettik.
-Gönlünü hoşça tutaydınız.
-Tutmaz mıyız.
İşin aslı anlaşılmıştı. Sultan Murad Han, söylentilerden hareketle devletin selâmetine kasteden ve tahtına göz diken bir eşkıya beklerken, karşısında; nur yüzlü, kâmil bir velî görünce onu başköşeye oturttu. Utancından bu büyük velînin yüzüne bakamadan; "Yolculuğunuz zahmetli oldu herhalde." dedi. Hacı Bayram Velî ise tebessümle; "İyi bir vesile oldu. Birçok yerde ve buralarda epeyce maneviyât âşıkları gördük ve tanıştık." diyerek, padişahı rahatlattı. Sohbete başladılar. Hacı Bayram Velî konuştukça, ilminin yüksekliği daha iyi anlaşıldı. Padişah onu Ankara'dan buraya kadar getirttiğine çok üzüldü, tanışmakla şereflendiği için de çok sevindi. Pek çok ihsanda bulunup, hediyeler verdi. Fakat Hacı Bayram Velî: "Sultânım! Bizim dünya malında gözümüz yoktur. Siz onları, ihtiyacı olanlara veriniz." diyerek hediyeleri kabul etmedi.
Baş başa sohbet ettikleri günlerin birinde; konu İstanbul'un fethine gelmişti. Murad Han: "Allahü Teâlâ'nın izniyle, evliyanın himmet ve bereketleriyle İstanbul'u almak istiyorum. Rahmetli dedem Yıldırım Bâyezîd Han bu işe girişmişti. Fakat bir netice elde edemedi. Devlet-i Âl-i Osman'ın topraklarının ortasında bir Bizans Devleti'nin olmasına gönlüm hiç razı değil. Sevgili Peygamberimiz'in de (sallallahü aleyhi ve sellem) fethini müjdelediği bu İstanbul bize lâzım. Bunu almak için de himmetinizi, yardımınızı bekliyorum." dedi. Murâd Han bu sözleri söylerken, Hacı Bayram Velî derin bir tefekküre dalmış, onu dinliyordu. Sultanın sözü bittikten bir süre sonra: "Sultanım! Bu şehrin alınışını görmek ne size, ne de bize nasîb olacak. İstanbul'u almak, şu beşikte yatan Muhammed'e (Fâtih Sultan Mehmed Han) ve onun hocası, bizim Köse Akşemseddîn'e nasîb olsa gerektir." müjdesini verdi. 
Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan, Ankara ve Bursa'daki âlimlerin derslerine katılarak, tefsir, hadîs, fıkıh ve zamanın fen ilimlerinde yetişen Nûmân, Melike Hâtun Medresesi'nde (Ankara) müderrislik yapmış, talebe yetiştirmiş ve kısa zamanda halk arasında sevilip sayılan biri olmuştu.
Fakat Müderris Nûmân'ın ruhunda bir sıkıntı vardı. O, bundan ancak bir mürşid-i kâmilin huzuruna varmakla kurtulabileceğini biliyordu. Kısa süre içinde konuşmalarının tesiri, bilgisinin genişliği daha geniş bir çevrede duyulmuştu. Şeyh Hamidüddin, onu Kayseri'ye çağırmaya karar vermiş ve bir müridiyle haber göndermişti. Nûmân bu daveti duyar duymaz; 'Başüstüne!' diyerek müridi Şücâ-i Karamânî ile Kayseri'ye gider. Kayseri'de Somuncu Baba olarak bilinen Hamîdeddîn Velî ile bir kurban bayramında buluşurlar. O zaman Hamîd Velî: "İki bayramı birden kutluyoruz." buyurarak, Nûmân'a 'Bayram' lâkabını verir. Hocasının sohbetleriyle kısa zamanda olgunlaşan Nûmân daha sonra onunla birlikte Hacca da gider.
Hocası vefat edince, Nûmân Ankara'ya dönüp müderrisliğin yanı sıra, halka hitap etmeye, emr-i bi'l-mâ'rûf, nehy-i ani'l-münkerde bulunmaya başlar. Ayrıca düşüncelerini Anadolu Türkçesi'yle yazdığı şiirlerle de anlatır. 
Hacı Bayram Velî, Ankara'ya Sultan Murâd Han'ın verdiği fermanla geldi. Fermanda, Hacı Bayram Velî Hazretleri'nin talebelerinin yalnız ilim ile meşgul olmaları için, vergi ve askerlikten muaf tutulduğu bildiriliyordu. Bunu duyan pek çok kişi, vergi ve askerlikten kurtulmak için Hacı Bayram Velî'nin talebesi olduğunu söylemeye başladı. Bunlar o kadar çoğaldı ki, Ankara'nın mâlî ve askerî düzeni bozuldu. Sonunda Sultan, Hacı Bayram Velî'den talebelerinin bir listesini istemek mecburiyetinde kaldı.
Hacı Bayram Velî de, Ankara'nın Kanlıgöl mevkiinde bir çadır kurdu ve: "Bize intisâb edenler, talebe olanlar burada toplansın." diye ilân etti. Hacı Bayram Velî'nin talebesi olduğunu söyleyen herkes, akın akın gelip meydanı doldurdu. Hacı Bayram Velî: "Dervişlerim! Bana intisâb eden talebelerimi bugün burada kurban etmem emrolundu. Canını, malını bana feda eden, çadıra girsin." buyurdu. Bütün talebeleri bir korku aldı. Bir uğultu yükseldi. Vergiden kaçmak için talebe görünenler; "Bu ne biçim mürşit; bu nasıl müritlik!" diye söylenip duruyorlardı. Hacı Bayram Velî de, eline keskin bir bıçak ile çadırın kapısında beklemeye başladı. Bu sırada topluluktan, bir erkek ile bir kadın kalabalığı yararak doğruca çadırın içine girdiler. Arkalarından Hacı Bayram Velî de girdi. Daha önceden çadıra koyduğu koyunu içeride hemen kesti. Kırmızı bir kan, çadırdan dışarı çıktı. Kanı gören herkes hemen kaçtı. Meydanda kimse kalmadı. Daha sonra dışarı çıkan Hacı Bayram Velî: "Anladık ki, bu kadar talebemiz varmış. Bunlardan başka herkes, vergi vermek ve askerlik yapmak suretiyle, devlete olan borcunu ödemelidir." buyurdu.
Hacı Bayram Veli, kendi döneminde çok sayıdaki sevenleri sayesinde sahip olduğu büyük nüfuzu dâima devlet için kullanmış, onun tavsiye, fikir ve dualarını alan idareciler bunun bereketini görmüşlerdir. Onu devlet için bir tehlike göstermek isteyenlerin bugün adları bile hatırlanmazken, onun fikirlerinin ve mânevî tasarrufunun hâlen geçerliliğini sürdürdüğü, kabrinin her gün binlerce mümin tarafından ziyaret edilmesinden ve ismi geçtiğinde hayırla yâd edilmesinden anlaşılmaktadır.
Yazıcızâde Muhammed, Ahmed-i Bicân, Akbıyık Sultan, Üftâde Efendi ve Eşrefoğlu Rûmi gibi zirveler hep Hacı Bayram hazretlerinin dizi dibinde yetişirler. Ama vekil olarak tek isim düşünürler: Akşemseddin!

Kaynaklar:
1.Prof.Dr.E.Cebecioğlu , ‘ Hacı Bayram Veli’ , Diyanet Vakfı Yayını,2005,Ankara.
2.B.Sezgit, ‘Hacı Bayram-ı Veli’ , Nur Yayınları, Ankara.
3.Menâkıb-ı Hacı Bayram-ı Velî
4.İslâm Âlimleri Ansiklopedisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder