9 Nisan 2015 Perşembe

Abdülmecid ORHAN

TAKVİMLER
Ta karşımda, yapraksız,
Kullanılmış bir takvim…
                Necip Fazıl

Suskun takvimler, zamanın yorgun argın ya da alelacele gidişinin işareti.
Her yeni takvim vurdumduymaz bir duvarda yaprak yaprak azalmayı bekler. Ancak talihsizdir takvimler. Kum saati, tanelerini usul usul akıtıp azaltırken başka bir zamanda yeniden dirilir. Takvimler parça parça yiter ve kendini bilmediği bir sona hazırlar.

Zamanın başka parametreleri de vardır, saat gibi. Belli bir döngüyle işlerini ciddiyetle yapan saatte bir eksilme, azalma görülmez. Gece ve gündüz zamanın bir başka göstergesi. Sarkaçlı saat gibi gelir, gider. Hiç şaşmadan bu vazifeyi dünya kuruldu kurulalı sürdürürler. Mevsimler göçmen kuşlar misali dünyamızda dolaşırken sanki üçerli bir koroyu oluşturur. Koro farklı farklı makamlarda nağmelerini terennüm eder. Sanki Allah bizi canlı bir makinede yaşatıyor ve sisteme dışarıdan somut bir müdahale olmadan hayat devam ediyor.

Takvimler üç yüz altmış beş yapraklı ruhsuz bir yüzeye asılı kitapları andırır ya da zamanın kağıda dönüşmüş halini. Her gün takvimden bir yaprak koparılırken aslında somutlaşan zaman azaltılır. Eğer eski bir yaprak varsa duvarda içimiz rahat etmez. Veda etmiş bir günü gösteriyordur ve değişmelidir. Yılların çabucak geçip gittiğinden şikayetçi olan, takvimle zamanı azalttığından bihaber gibidir.
Ağaç yaprakları misali dağilıp giden takvim sayfalarının bazısı kendine bir kitap arası, dolap köşesi veya çekmece içi bulur. Yıllar sonra karşınıza çıkıverince de ona bakakalırsınız. Sonra tarihi gözünüze çarpar. Dıranas’ın Olvido’sundaki  ”Unutuşun o tunç kapısını zorlar” zihninize esmeye başlar. Sanki bir eski zaman fotoğrafı karşınızdadır. Kaybolup giden o vakitlerde ne yapıyor ve kimlerle idiniz? Anıların kokusu dolarken odanıza bir ağırlık ruhunuzu kaplar. Hele üzerinde bir iki not da eklemişseniz kıyamazsınız takvim yaprağına. Usul usul bırakırsınız kitabın arasına. O kitaptan bir parçadır sanki. Ancak yetim bir sayfa. Yetim de olsa kitap onu bağrına basmıştır.

Şimdilerde takvimler, eski ilgiyi görmese de bazı kitapçılarda cami önlerinde meraklılarına göz kırpıyor. Yeni zamanın çocukları telefonda, bilgisayarda, dijital saatlerde takvime baksa da hayal gibi kaybolup gidiyor zaman. Hiçbir iz bırakmıyor yarına. İnsan anlamıyor hayatın geçip gittiğini. İşte burada Ahmet Hamdi “Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında / Yekpare geniş bir anın / Parçalanmış akışında” mısralarını hatırlıyoruz. Zamanın içinde olduğunu anlasa da insan onu parçalayıp kendi lehine çeviremeyince eriyip gidiyor sonsuzluk denizinde.
Takvimler, rüzgar gibi uçuşan günlerin hiç olmazsa bir kısmını yakalayıp üzerinde düşünmemizi sağlıyor. “Büyülenmiş bir ceylan gibi bakıyor zaman / Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak” derken Tanpınar, zamanı ceylan gibi yakalayacağımıza imada bulunuyor olmasın.

Geçmiş zamanın penceresi olan her takvim yaprağı; yeni nesillerce hor görülüp bir kenara itilse de bazımız için hayatın bir tanığı, bir belgesi olmayı sürdürecektir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder