TAKVİMLER
Ta karşımda, yapraksız,
Kullanılmış bir takvim…
Necip Fazıl
Suskun takvimler, zamanın yorgun argın ya da alelacele gidişinin işareti.
Her yeni takvim vurdumduymaz bir duvarda yaprak yaprak
azalmayı bekler. Ancak talihsizdir takvimler. Kum saati, tanelerini usul usul akıtıp
azaltırken başka bir zamanda yeniden dirilir. Takvimler parça parça yiter ve
kendini bilmediği bir sona hazırlar.
Zamanın başka parametreleri de vardır, saat gibi. Belli bir
döngüyle işlerini ciddiyetle yapan saatte bir eksilme, azalma görülmez. Gece ve
gündüz zamanın bir başka göstergesi. Sarkaçlı saat gibi gelir, gider. Hiç
şaşmadan bu vazifeyi dünya kuruldu kurulalı sürdürürler. Mevsimler göçmen
kuşlar misali dünyamızda dolaşırken sanki üçerli bir koroyu oluşturur. Koro
farklı farklı makamlarda nağmelerini terennüm eder. Sanki Allah bizi canlı bir makinede
yaşatıyor ve sisteme dışarıdan somut bir müdahale olmadan hayat devam ediyor.
Takvimler üç yüz altmış beş yapraklı ruhsuz bir yüzeye asılı
kitapları andırır ya da zamanın kağıda dönüşmüş halini. Her gün takvimden bir
yaprak koparılırken aslında somutlaşan zaman azaltılır. Eğer eski bir yaprak
varsa duvarda içimiz rahat etmez. Veda etmiş bir günü gösteriyordur ve
değişmelidir. Yılların çabucak geçip gittiğinden şikayetçi olan, takvimle
zamanı azalttığından bihaber gibidir.
Ağaç yaprakları misali dağilıp giden takvim sayfalarının
bazısı kendine bir kitap arası, dolap köşesi veya çekmece içi bulur. Yıllar
sonra karşınıza çıkıverince de ona bakakalırsınız. Sonra tarihi gözünüze
çarpar. Dıranas’ın Olvido’sundaki ”Unutuşun
o tunç kapısını zorlar” zihninize esmeye başlar. Sanki bir eski zaman fotoğrafı
karşınızdadır. Kaybolup giden o vakitlerde ne yapıyor ve kimlerle idiniz?
Anıların kokusu dolarken odanıza bir ağırlık ruhunuzu kaplar. Hele üzerinde bir
iki not da eklemişseniz kıyamazsınız takvim yaprağına. Usul usul bırakırsınız
kitabın arasına. O kitaptan bir parçadır sanki. Ancak yetim bir sayfa. Yetim de
olsa kitap onu bağrına basmıştır.
Şimdilerde takvimler, eski ilgiyi görmese de bazı
kitapçılarda cami önlerinde meraklılarına göz kırpıyor. Yeni zamanın çocukları
telefonda, bilgisayarda, dijital saatlerde takvime baksa da hayal gibi kaybolup
gidiyor zaman. Hiçbir iz bırakmıyor yarına. İnsan anlamıyor hayatın geçip gittiğini.
İşte burada Ahmet Hamdi “Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında /
Yekpare geniş bir anın / Parçalanmış akışında” mısralarını hatırlıyoruz.
Zamanın içinde olduğunu anlasa da insan onu parçalayıp kendi lehine çeviremeyince
eriyip gidiyor sonsuzluk denizinde.
Takvimler, rüzgar gibi uçuşan günlerin hiç olmazsa bir
kısmını yakalayıp üzerinde düşünmemizi sağlıyor. “Büyülenmiş bir ceylan gibi
bakıyor zaman / Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak” derken Tanpınar,
zamanı ceylan gibi yakalayacağımıza imada bulunuyor olmasın.
Geçmiş zamanın penceresi olan her takvim yaprağı; yeni
nesillerce hor görülüp bir kenara itilse de bazımız için hayatın bir tanığı,
bir belgesi olmayı sürdürecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder