13 Ağustos 2015 Perşembe

Abdülmecid ORHAN




YERLE GÖK ARASINDA

Balkon, bir binanın üst kısımlarında yer alıp genel yapının bazen iç bölümünde bazen de dışında bir çıkıntı olarak inşa edilir. Bir evin yahut yapının dış dünyayla iç dünyanın buluşma ve bağlantı noktasıdır. İtalyanca “balcone” diye isimlendirilen yapıların bu kısmı Hıristiyanlık’ta görünürlük kazanmıştır. Katedrallerde balkonlar dini törenleri halka belli bir mesafede izlemek amacıyla yapılıp zamanla geliştirilmiştir.

Kimi zaman ahşaptan, kimi zaman taştan ve yirminci yüzyıla doğru demirden de balkonlar yapılmıştır. Günümüzde bazı balkonlar camlı doğramalarla evlerin bu çıkmalarına yeni bir şekil vermiştir.


Balkon bir Batı estetiği olarak mimaride kendine yer bularak asırdan aşıra gelişmiş, farklı formlarla binalarda kullanılmıştır. Batı mimarisinin ve kültürünün doğal bir parçası olarak zihinlerde yer etmiştir. Bir Batı masalı olan Rapunzel kapatıldığı kulenin balkonundan uzun saçlarını aşağı doğru uzatarak aşık prensin kuleye çıkmasını sağlar. Shakespeare’in Romeo ve Jüliette’inde, Romeo her gece sevgilisini görmek için balkonun altına gelir ve en güzel sözcüklerle ona hitap eder. Juliette de o balkondan gecelerini aydınlatan Romeo’ya yıldızları andıran parlak cevaplar verir. Edmond Rostand’ın gerçek bir hayat hikayesinden esinlenerek yazdığı Cyrano de Bergerac’daki balkon sahnesi hem etkileyici hem de hüzünlendirici bir bölümdür. Roxanne’ya aşık olan Cyrano, uzun burnu sebebiyle sevgilisine açılamaz. Yakışıklı arkadaşı Christian gece vakti balkonun aşağısında Roxanne’ya seslenirken en güzel sözcükleri söyler, fakat bu sözcükler Cyrano’nun kulağına fısıldadıklarıdır. Roxanne için kişinin görünüşü değil sözcükler önemlidir ve hikayenin devamında o sözcüklerin sahibini arayacaktır.

Rönesans dönemi tiyatrosunda balkon zengin, soylu yani güç sahiplerinin oturdukları mekana dönüşmüştür. Eski Roma’da yahut on dokuzuncu asırda Viktoryen döneminde güç sahiplerinin halka buradan seslendiklerini görürüz. Geçen asırda Mussolini, Hitler gibi halkı çılgın maceralara sürükleyen liderleri fark ettiğimiz gibi Arjantinli Başbakan Juan Peròn’un tutuklanması üzerine eşi Eva Peròn’un balkonda halka seslenmesi ya da Mandela’nın özgürlüğüne kavuşunca ırkçılığa karşı balkondan halkına seslenişi ayrı bir simgedir. Günümüzde Katolik Kilisesi’nin manevi lideri Papa’nın dindaşlarına balkondan konuşması da bir gelenektir.

Osmanlı mimarisinde uzun zaman yer bulamayan balkon, on dokuzuncu asırda Batı takipçiliği üzerine yavaş yavaş değişik yapılarda kendine yer bulmaya başlamıştır. Osmanlı’nın Müslüman evinde cumba dediğimiz evin dışına taşan kapalı bir çıkıntı mevcuttu. Geçen yıllar cumbayı değişikliğe uğratarak evin mahremini dışa açmaya başlamıştır. İslam dünyasında minare ya da müezzinin evinde balkonu andıran bir çıkıntıya rastlarız. Bazen büyük konaklarda iç avluya bakan mekanlarda da balkonla karşılaşırız.

İç dünyamızdaki değişim, zamanla dışta da değişikliği gün yüzüne çıkartmış ve milletlerin ruhu mimaride kendine vücut bulmuştur. İşte bunun bariz örneklerinden olan balkonu Sezai Karakoç, "Balkon" adlı şiirinde somutlaştırmıştır. “Çocuk düşerse ölür çünkü balkon / Ölümün cesur körfezidir evlerde / Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların / Anneler anneler elleri balkonların demirinde /// İçimde ve evlerde balkon / Bir tabut kadar yer tutar / Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen / Şezlongunuza uzanır ölü /// Gelecek zamanlarda / Ölüleri balkonlara gömecekler / İnsan rahat etmeyecek / Öldükten sonra da ///  Bana sormayın böyle nereye / Koşa koşa gidiyorum / Alnından öpmeye gidiyorum / Evleri balkonsuz yapan mimarların”

Dışa kapalı ve mahrem, ancak içe doğru açık ve derin bir dünya peşinde olan İslam dünyasında balkon sanki ecnebi bir imgedir. Karakoç, Taha’nın Kitabı adlı eserinde modern kent anlayışına tepkisini ortaya koyarken “kent bir tabuttur” der ve ”çivisi insan” diye ekler.  Şair yeni kent düzeninin unsurlarından balkona ihtiyatlı, soğuk hatta ürkerek yaklaşır. Çocuklarını kentin karmaşasına bırakan annelerin balkondaki tedirgin yüzüne işaret ederken balkondaki çamaşırların günü gelince bir kefene de dönüşebileceğini söyler.

Balkon iç dünya ile dış dünya arasında bir liman gibi gözüküp mahreme kapı aralarken balkonu kapatarak her şeyin yavaş yavaş alenileşip sıradanlaşmasına bir çözüm bulmaya çalışanları takdir ediyor ancak "ilginç zamanlarda" yaşadığımızı da hatırlatıyoruz. Balkona tümden bir tepkiyle çağın zorlamaları karşısında insan, gücünü tamamıyla yitirebilir. Balkona hepten karşı durmak yerine bazı güzelliklerini de gözden kaçırmak hayatın bazı gerçeklerini de ıskalamak olacaktır.

Ülkemizde geçen asır bir balkon kültürünü de usul usul oluşturmuştur. Son dönemlerde pek çok şehirde estetik hava kattığı düşünülen Fransız balkona bir yönelme olsa da birkaç yıl önceki yeni yönetmelikle binalarda balkonlar tekrar genişlemeye başladı. Yeniden balkonun bazı güzellikleriyle baş başa kalıyoruz. Yazın yemeklerin yenip çayların yudumlandığı bir serin mekan olan balkon, kışları bazı yiyeceklerin saklanıp asıldığı erzak mekanı yahut üç beş çamaşırın kurumaya alındığı köşeye dönüyor. Bazen hanımeli, sardunya, kasımpatı, menekşe, sarmaşık derken anneler için küçük bir çiçek bahçesi haline yavaş yavaş döneceğini görmekteyiz.  Bu değişim sadece üç beş katlı binalarda değil, bakarken insanın gözünün neredeyse alamadığı ve ruhunun tedirginlik yaşadığı gökdelen tarzı yerleşim merkezlerindeki dev balkonlarda da yaşanmakta. Hatta bazı devasa balkonlarda sakinlerine handiyse bir koca bahçe sunulmakta.

Balkon bizi yerden tamamıyla koparmadan göğe yaklaştırıp ruhumuza bir dinginlik ve zenginlik katacaksa ona tümden düşmanlık da herhalde doğru değildir. Yere bir minder atıp yalnız başınıza geceleri göğe bakarken o an balkonun Turgut Uyar’ın “göğe bakma durağı” haline de geldiğini fark edeceksiniz. Bu da az şey midir?
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder