13 Ağustos 2015 Perşembe

Yunus BAYRAK


BİR GARİPLİK VAR

Günün son turuncu ışığı sönmek üzereydi. Henüz kısa pantolonlu bir ortaokul öğrencisiyken ayrıldığı bu kasabaya aradan on beş yıl geçtikten sonra ilk defa geliyordu. Şimdi kendisini neredeyse iyice yaşlanmış hissediyordu.  Evin kapısını hızlıca çarpıp arkasına bile bakmadan giderken hissettiği güç yoktu çelimsiz bedeninde. O zamanlar güçlü bir ailesi varken arkasında şimdi o çelik gibi sağlam aileden bir tek kendisi kalmıştı yalan dünyada.

On iki saate yakın uzun bir yolculuktan sonra kendisini akşam yemeği için bir lokantaya zar zor atmıştı. Garaja en yakın bir otele gidip kalacak yer temin edecekti kendisine. Kasaba meydanının ortasında herkesin uğrak yeri olmayan dışarıdan bakıldığında bir viraneyi andıran eskimiş tahta pencereleri, is ve lekeden kirlenmiş camları olan,  soluk ışıklarına bakılacak olursa sanki bir cenaze evini andıran lokantaya girdi. Kapı açıldığında kapının üzerindeki zil şıkırdadı. Kapı zilinin şıkırdamasıyla içeride bulunanlar istiflerini bile bozmadan önlerindeki yarı sıcak yarı soğuk çorbalardan kaşıklamaya devam ettiler. Sessizce içeri girdi. Lokantanın içi de dış görüntüsü gibi garipti. Sağ duvarda hüzünlü ve ağlamaklı duran bir çocuk tablosu, yine onun yanında tahtadan el yapımı kafeste sessiz sessiz duran –bülbül olsa gerek- bir kuş vardı. Sol duvarda atalardan kalma beş teli kopmuş bir saz. Buradaki insanların hepsinin halinde hal gizliydi. İçlerinde sadece kendilerine hapsolmuş, kimseye dillendirmedikleri bir hal vardı. Bu çok garipti.

Garip olmak kolay değildi. Hepsinin göğüslerine basıp taşıdıkları bir taş vardı. Göğüslerindeki görünmeyen taşın ruh hallerinde büyük etkileri vardı. Yediklerinde lokmalar boğazlarına duruyor, söyleyemedikleri boğazlarına düğümleniyordu. Anlatmak istiyorlar fakat gariplik bu ya dinleyenleri olmadığı için anlatamıyorlardı. Kiminin gurbet vardı sırtında, kiminin parasızlığın getirdiği fakir olmanın getirdiği yoksulluk, kimi evlatlarının eksikliğini taşıyor, kimi güçsüz kalışının garipliğini yaşıyordu. Hepsinde diğer insanlarda olanlardan mahrum oluşun doğurduğu yalnızlık hissinin getirdiği bir sessizlik hakimdi.  

Onları garip yapan işte bu sessizlik haliydi. Yüzlerinde bir eksiklik vardı hepsinin: tebessüm. Hiçbiri gülmüyor, gülemiyordu. Yüzlerindeki hüzün yalnızlığın verdiği azabın göstergesiydi. bir ses duyabilmek bir söz konuşabilmek için gelmiş bu insanlar teselliyi yine her zamanki gibi gibi sessizlikte buluyorlardı.

Ona göre yalnız yaşamayanlar veya yalnızlığı yaşamayanlar bilmezler sessizliğin insana ne kadar korku verdiğini. İnsanın yalnızken tek başına konuştuklarının ne kadar teselli verdiğini anlayamazlar.  O ise yıllardır bu acı hissi tatmıştı yaşadığı gurbette. Yıllar öncesinde ailesini amansızca terk edip gittiğinde ilk yalnız kalışında anlamıştı bu acı hali.  Zaten gurbet başlı başına bir gariplik yaşamaktı. İnsan tek başına kalınca anlıyordu etrafındaki insanların kıymetini. Pişmanlıklar yaşamıştı fakat içindeki kalenin zalim muhafızı gururu onu sevdiklerinden uzak tutmuştu. Gurbetin yanında bir de sevgisizlik eklenmişti gariplik heybesine. Dayanılmaz bir acıydı sevgisizlik. Onu yıllarca bir bencilliğe doğru sürüklemişti. 

Onu etrafındaki insanların garip halleri düşündürürken derken kapı zili şıkırdadı yeniden. İçeri krem şemsiyesinin içindeki atlas, yemyeşil, elbiseleri ve eldivenleri açık renk boyun bağı göz kamaştırıcı olan biri girdi içeri. Gözleri iri, bıyıkları dik, bakışları sert, vücudu çevik, boyu kısa, ökçeleri yüksekti.  Kendisi içeri girdiğinde umursamayan bakışlar birden içeri giren alımlı adama çevrildi. Geldi ve usulca kendisine gösterilen yere oturdu. Belli ki bir derdi vardı. Birdenbire ceketini çıkardı. Tuhaf sıkıntılar içindeydi.  Oradakiler şaşırdılar bu duruma. Çünkü bu kıyafette bir kişi gelmezdi buralara. Garip değildi. Garip gibi görünmüyordu. Evet, garipti ama yalnız kalmış veya yoksulluk çeken bir garip değildi. Tuhaflık anlamı taşıyan bir garipti. Oradakilere göre üzerindekilerle lokanta içinde bir tuhaf olmuştu. İnsanları şaşırtan da zaten buydu.  Fakir değildi, acınacak bir hali yoktu.

Anlaşılan o da zengin görüntüsü altında bir yalnızlık yaşıyordu. Etrafındaki kalabalık yığınlar onu da dalgaların yaprağı kıyıya attığı gibi bir tarafa savuruvermişti. Çünkü dünya kanunu buydu. Herkes gibi davranmıyorsan bir müddet sonra garipseniyordun. Lokantada onun dışında herkes yeterli güce kuvvet sahip olmadığından bir tarafa itilmiş söyleyecek sözü olmasına rağmen ezilmişliğinden ötürü söyleyememiş yalnızlaştırılmış insanlardı. Halbuki o böyle değildi. Aksine görenleri şaşırtacak bir heybete sahipti. Fakir değildi, acınacak bir hali yoktu. Gösterişli bir hayat sürmüş olduğu her halinden belli idi. Gözlerini yere dikmiş dalgın dalgın bakan adama dikkat kesildi. Zengin görünümlü garip adama yaklaşarak bir derdin mi var diye sordu.

Ağlamaklı bir halde olan adamın gözlerinden birden yaşlar boşanıverdi. Etrafında onlarca insan olmasına rağmen bir türlü huzuru bulamadığından kendi içinde bir yalnızlık yaşadığını anlattı. Oysaki her istediğini alabilecek ve sahip olabilecek güce sahip bu insan niye bu haldeydi? O kadar zenginlik ve ihtişamın içinde yaşadığı yalnızlıkla garipti.

Kendi kendine, insanın sahip olması gerekenin aslında her şeyden önce sevgi ve muhabbet olduğunu düşündü. Eğer insan sevgi pınarlarından yoksun olursa aldığı her nefes onun dünyada yaşadığı bu gariplik hissini daha da körüklediğini bir kez daha anlamış oldu. Her ne sıkıntı yaşarsa yaşasın insanın maddi anlamda yaşadığı sıkıntılar bir şekilde bitiyordu. Zaman sürekli ilerliyordu. Yaş geçiyordu. Biten maddi sıkıntılar beraberinde mutluluğu getirmiyordu. Fakat insan hayatını idame ettirmek adına dünya hayatını hızlıca yaşayıveriyor, ilerisini hiç düşünmüyordu. Şimdi sevdikleri yanında yoktu. Etrafında insanlar olmayınca kazandıklarının veya sahip olduklarının ne anlamı vardı?  İşte asıl GARİPlik şimdi başlıyordu. Bir cana hasret olmaktı bunun adı. Ne arzu vardı ucunda ne de emel? Sessizce gelip oturduğu bu yerden yine sessizce gidiyordu. Her anında bir nefes aradığı hayatın ona dost diye sunduğu geceye doğru ilerledi. Ay ışığında titreyen lambanın ışıkları arasında gözden kayboldu.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder