27 Ağustos 2015 Perşembe

Mustafa ÖZTÜRK


EDEBİYAT DÜNYASI

II

Cahit Sıtkı’nın asıl adı Hüseyin Cahit’tir. Sıtkı babasının adıdır. Babası Diyarbakır’ın önde gelen tüccar ve çiftçilerindendir. Soyadı “Tarancı”,  “çiftçi”   anlamına gelir.
Cahit Sıtkı Galatasaray Lisesinde yatılı okumuştur. Lisedeki arkadaşları İstanbul’un büyük konaklarının kızlarından gelen mektupları birbirlerine gösterip hava atmaktadır. Ama Diyarbakır’dan İstanbul’a okumak için gelen Cahit’in böyle bir şansı yoktur. O da çareyi kendine mektup yazmakta bulur. Arkadaşları yattıktan sonra el yazısını değiştirerek kendine bir kızın ağzından aşk mektupları yazar ve Beşiktaş postanesinden okuluna postalar. Gelen mektupları arkadaşlarına göstererek onlara havasını atar.
Cahit Sıtkı Ahmet Haşim’in ruh ikizidir. Kendini aklı başında bir kızın beğenmeyeceğini düşündüğünden hep 15-16 yaşlarındaki lise kızlarına aşık olmuştur. Bu nedenle İstanbul lisesinin çıkış saatlerinde lisenin önünde dolaşır, kız arkadaşı bulmaya çalışırmış.
Babasının isteği üzerine yüksek okul diploması alabilmek için Paris’e gider. Tam o yıllarda II. Dünya Savaşı başlar. Cahit Paris’ten bisikletle 10 günlük bir bisiklet yolculuğuyla kaçar, canını kurtarır.
Cahit Sıtkı, Çalışma Bakanlığı'ndaki görevi sırasında tanıştığı Cavidan Tınaz’la 1951’de evlenir. Eşini çok sever, mutluluğu yakalar bu evlilikte. Artık içmeyi bırakmış, bohem hayattan uzaklaşmıştır. Düşten Güzel adlı şiir kitabını bu dönemde yazar. Ama bu mutluluk 3 yıl sürer. 1954’te felç geçirir. Yürüyemez, konuşamaz. Hafızasını yitirir. İki yıl sonra da ölür.
Ahmet Hamdi genellikle evli kadınlara aşık olurmuş. Hatta birinde yeni evli bir kadına aşık olmuş, aşkından yataklara düşmüş, intiharı bile düşünmüştür. Ünlü romanı Huzur’un başkahramanı Nuran da yanında çalışan evli asistanlarından biri olduğu söylenmektedir.
Ahmet Hamdi çok iyi el falı bakar, ışıkta asla uyuyamayıp bohem bir hayatı olduğu anlatılır. Okuduğu satırların altını sigarasını yaktığı kibrit çöpüyle çizermiş. Bazı öğrenciler onun bu hareketine özendikleri için sigara kullanmadıkları halde yanlarında kibrit bulundurur, onunla satır altlarını çizermiş.
Ahmet Muhip Dıranas soyadını doğduğu şehir olan Sinop’taki Dıranas dağlarından alır.
A. Muhip Dıranas her zaman fötr şapka giyermiş. Siyasete girmek istemiş ama milletvekili seçilememiştir. Aşırı alkol alan A. Muhip birinde alkol komasına girer ve hastaneye yatar. Ömrünün son demlerinde şiir yazamaz hale gelmiştir.
A. Muhip Çocuk Esirgeme Kurumunda müdürken yanında çalışan bir bayan memurun yeğeni ziyarete gelir. Teyzesini ziyarete gelen kızı çok beğenir. Kendinden 16 yaş küçük olan bu kızla hayatını birleştiren A. Muhip, eşi Münire Hanım’dan vasiyet olarak iki şey ister: Sinop’a, babasının yanına gömülmek ve “Fahriye Abla” şiirinin filminin çekilmesine izin vermemek. Tabii Sinop’a gömülme vasiyeti gerçekleşse de Fahriye Abla şiirinin filminin çekilmesinin önüne geçemez.
Türk Edebiyatında “Evler Şairi” olarak bilinen Behçet Necatigil daha 2 yaşındayken annesini kaybeder. Üvey anne elinden çok çeken Behçet Necatigil, üvey annesiyle aynı soyadı taşımak istememiş, babasının soyadı olan ‘Gönül’ yerine çok sevdiği Divan Şairi Necati’den esinlenerek Necatigil soyadını almıştır.
Necatigil içine kapanık biridir. Eve, huzurlu bir aileye büyük bir özlemi vardır. Bunun için hep ‘ev’ şiirleri yazmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder