23 Nisan 2015 Perşembe

Abdülmecid ORHAN

BALONA DAİR

İçi havayla dolu esnek bir eğlence aracıdır balon. Çoğunlukla kauçuktan üretilip çocukları sevindiren, basit fakat renkli bir nesnedir. Bazen balon üstüne balon şişirirsiniz ve ağzınızda kötü bir koku yayılır. Eliniz ağzınız değişik boyalarla tuhaflaşır. Kimi zaman üstüne bir selobant yapıştırıp o güzelim balona iğne batırarak etrafta heyecan oluşturmaya çalışan çocuklar görür ve gülümseyerek geçersiniz.

Çocukları kar, bisiklet, top kadar eğlendirebilen nadir zevklerdendir. Kar gibi kısa süreli neşe kaynağıdır. Kar gökten iner, balon göğe gider ve troposferin bir köşesinde kaybolur. Ardında da gözü yaşlı bir çocuk bırakır. Zavallıcık ne kadar ağlasa da çarşıdan pazardan alınan içi helyumla dolu o şişkin varlık usulca sır olmuştur sanki. İncecik ipini o ufacık elden kurtarıp çok uzaklara vatanına hasret bir yolcu edasıyla çıkıp gitmiştir, vefasız balon.
Evinizde havasını kaybetmeye başlayan talihsiz bir balon, üç beş saat tüm sevimliliği ile göz doldursa da hazin sona karşı koyamaz ve büzüşüp kalır bir köşede. Kimi zaman aniden patlayıp ne yapacağınızı şaşırdığınız ve elinizde balon parçacıklarının kalışı yok mu? İşte tam burada müziğimizde rock tarzıyla bilinen F. Ozan Kotra ve Ata Akdağ’ın söylediği “Balon şişti, korkarım patlayacak / Sonra da her bir parça yüzümüze yapışacak / Balon nerde ve kimin elinde / Bilmem öykü bitti, kapattım defteri” sözleri akla geliverir.

Yuvarlağından yılanlısına, tırtıllısından tavşanlısına kadar pek çok çeşidine rastlarsınız. Son yıllarda endüstrinin gelişmesiyle elektrikli şişirme makineleri kısa sürede binlerce balonu şişirip gökyüzünde şenlik yaşatmakta. Hele devasa balonlar yok mu, çocuklar başta olmak üzere herkeste kısa süreli bir şaşkınlık oluştursa bile onlara da alışıp gidiyorsunuz.

Hep eğlence aracı mıdır balonlar? Tabi ki, hayır. Yük ve insan taşıyanları geçen iki asra mührünü vurmuştur. Montgolfier Kardeşler 1783’te balonla ilk yolculuğu Fransa’da gerçekleştirince insanlık tarihinde yeni bir çığır açılmıştır. Bu tarihten sonra gökyüzü yolculuğu uzun yıllar balonlarla gerçekleştirilmiş. Ancak böyle bir balon seyahati pek çok tehlikeyi de barındırır. Jules Verne’nin ilk romanı Balonla Beş Hafta eseri balon meraklıları için yeterince çağrışım yüklüdür. Dr. Fergusson ve iki arkadaşının Afrika’daki serüvenleri yıllarca pek çok insanın hayal dünyasını besleyerek balon seyahatlerine cesaret katmıştır.

Balon insanoğlu için sadece eğlence ve ulaşım aracı değildir. Arka planda acı yanlarıyla da hatırlanmaktadır. I.Dünya Savaşında Almanlar Paris ve Londra’yı Zeplin balonlarıyla bombalayıp o hantal, devasa aracın pek çok Avrupalının bilinçaltında ürkütücü bir imgeye dönüşmesine sebep olmuştur. Pek çok kazanın ardından 1937’deki Hindenburg faciasında 36 yolcunun yanan koca zeplinde hayatını kaybetmesiyle gökyüzü yolculuğu tamamen uçaklara kalmıştır. Zamanın her şeyi süratle eskittiği devrimizde ekseriyetle turistik ve ticari amaçlı kullanılan balonlar, insanoğluna bazı tehlikelerine rağmen hala cazip gelmektedir.

Gökyüzünü kaplayan devasa bir zeplin balonu yolcularına önceleri ürkütücü bir zevk yaşatsa da oraya alışıp tüm hayatlarını balonda sürdürmeye kalkışanlar için bu, artık hiç de normal bir hal değildir. Göğü kaplayan ve her an pek çok tehlikeye maruz kalabilecek bir araçta saatte 110 kilometreyle belli bir rotada ilerleyiş kolayca göze alınabilecek bir durum değildir. Pek çok güvenlik tedbiri alınsa da üstünüzde devasa bir hidrojen veya helyum kütlesi ateşle tutuşturulmakta. Sürekli bir gaz akışıyla aracınız semada yol alırken aşağıdaki manzarayı izlemek insanı tuhaf bir tedirginliğe itmez mi? İnsanoğlu bu, tuhaftır; şişirilmiş koca koca laflara inanıp kendini bunlara kaptırabiliyorsa yerden yukarıda tehlikeli bir araçta gitmeyi de pekala göze alabilecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder