7 Mayıs 2015 Perşembe

Abdülmecid ORHAN


KAPIYI ARALAMAK

Kapı mekandan mekana geçişi sağlayan, bir şeyleri gizleyen veya başkasına gösteren, açılıp kapanan levha yahut bölmedir. Bir binaya, odaya, çadıra, bölgeye, şehre, araca geçmek istediğinizde size bu imkanı sağlayan mimari parçadır. Kapı paradokstur; hem içeri girme, hem dışarıya çıkma noktasıdır.

Eski devirlerden bu yana güvenlik maksadıyla kullanılan kapı bir binanın, kalenin giriş ve çıkış noktası olduğu gibi en zayıf yeridir ayrıca. Duvarlardan geçiş neredeyse imkansızken kapı bir bölgenin en kolay geçiş yeri olabilmekte. Dünden bugüne basit kilit sistemlerinden elektronik tertiplere kadar farklı yöntemlerle karşılaşsak da kapı hep bir şeyleri gizlemeye veya bir şeyleri korumaya vazifeli kılınmıştır. Kapı malzeme olarak ahşap, demir, çelik, cam, pvc gibi farklı malzemeden yapılırken küçüğünden büyüğüne, metrelerce yükseleninden tahta oyma olanına, dikdörtgen dümdüz kapıdan demir parmaklıklısına, fotosellisinden sensörlüsüne hatta kameralı olanına dek farklı modellerle hayatımızda yer almakta.

Kapı, çocukluğa götürüp “Aç kapıyı bezirganbaşı, bezirganbaşı / Kapı hakkı ne verirsin, ne verirsin / Arkamdaki yadigar olsun, yadigar olsun…” tekerlemesiyle oyununu hatırlatmaz mı? İki çocuk ellerini kaldırıp tutuşturduktan sonra kapı yapar, diğer çocuklar bu kapının altından sırayla geçerken birini tutup iki madde söyleyip bunlardan birini tercih etmelerini isterlerdi. O esnada çocuklarda hoş bir heyecan olurdu. İnsan, hayatında bir kapıda tutulup da salıverilmeyince şaşkınlık ve mutluluğu kaç kez yaşayabilir ki? Sizi tutmuşlar, bırakmıyorlar ancak siz kimseye darılmıyorsunuz. Çocukluktan sonra çeşit çeşit kapılarla karşılaşırsınız da o kapı gibi sevimlisine az rastlarsınız.

Atilla İlhan “Hangi kapıyı çalsa kimi zaman / Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu” dizeleriyle sevgilisinden ayrı kalan aşığın sessiz figanını dile getirir. Şair; kimlerin kimlerin kapısına gitmiştir de onu anlayıp derdine deva olacak, yarenlik yaparak yüreğine ferahlık verecek bir sima bulamamanın biçareliğini teessürle mısralara dökmüştür. Kapı ve kapının arkası şaire yalnızlığı, anlaşılmazlığı çağrıştırmıştır. Burada Macar şair Miroslav Salub’a kulak vermekte fayda var, kapı onun için bir ümit olarak “ Git, kapıyı aç / Sis olsa bile dışarıda dağılacak” dizeleriyle her şeye rağmen yaşama olumlu bakmaktadır. Kapıyı açmak deyince Hayao Miyazaki’nin Yürüyen Şato animesinde Howl’un kapı anahtarını her çevirişinde farklı bir dünyaya çıkması hayal alemine zenginlik katıverir. Bir kapı aç ve başka boyuta, başka bir zamana adım at. Eğer tüm cazibesiyle gönülleri çelmeye çalışan şu yalan dünyadan sıkılıp gerçekleri her şeye rağmen yaşamak istiyorsanız Truman Show’daki deniz ufkunda bir merdivenle kapıya ulaşma metaforu zihinlere neler neler anlatmaz ki? Hakikat ve yalan arasında basit bir kapı…
Kapı bazen ürküttükçe ürkütür insanı. Charles Perrault’un 1697’de yazdığı, zalim bir soylu ve mütecessis eşini anlatan Mavi Sakal masalı gibisi nadirdir. Zalim koca, eşine şatodaki bir odaya girmemesi konusunda uyarıda bulunur. Şatoda onca oda arasında insanın merakını celbeden küçük bir oda ve kapısı, ardında acaba neler vardır? Meraklı eş ve bu eşin iki kız kardeşi… Sonra kapıyı eşinin ikazına rağmen açması ve odada kan, ceset… Ürkütücü bir sahne… Çağımızın korku filmlerinden geri kalır yanı yoktur bu masalın. Sezai Karakoç, belki de bu masalın etkisiyle Tahta At şiirine şöyle başlıyordu: “Dostlarımız geldi hafif danslar geldi / Şeker verdik aslan yeleleri aldık kırk kapı açtık / Kırk kapı açtık Mavi Sakal öldü / Kırk odanın içinde güzel aslanlar güldü / Sen güldün Asya güldü hafif danslar geldi“. Bu masal ve şiirde görüldüğü üzere kapı her seferinde farklı imgelere kapı aralıyor.

Kapı bizim dünyamızda bir bekleyişi, sabrı, ermeyi de ifade eder. Mevlana insanın bu sabrını ve benliğinden vazgeçip “bir” olmayı dostunun kapısını çalan kişi hikayesiyle ne güzel anlatır. Dost içeriden “Kimdir, o?” deyince kapıdaki: “Benim” der. Dost: “Madem sen, sensin; kapıyı açmıyorum. Dostlardan ‘ben’ olan hiç kimseyi tanımıyorum. Git!” dedi. Biri geldi, arkadaşının kapısını çaldı. Arkadaşı:“Ey güvenilir kişi! Kimsin?” dedi. “Ben” dedi. Ona “Git, zamanı değildir. Böyle bir sofrada ham kişiye yer yoktur” dedi. Ham kişiyi ayrılık ve hicran ateşinden başka ne olgunlaştırır? İki yüzlülükten nasıl kurtulur?”dedi. O zavallı gitti. Bir yıl yolculukta dostunun ayrılığında alevlerle yandı. Yandı ve olgunlaştı. Sonra geri döndü. Yine arkadaşının evinin etrafında dolaştı. Dudağından edepsiz söz çıkmaması için korku ve edeple kapının halkasını vurdu. Dostu, “Kapıdaki kimdir?” diye seslendi. “Kapıdaki de sensin, ey sevgili!” dedi. Dostu:“Şimdi benim gibisin, ey ben! Gir. Evde iki bene sığacak yer yok” dedi.

Halk ozanı Aşık Veysel’in “İki kapılı bir handa / Gidiyorum gündüz gece” dizeleri kimin zihninde yoktur ki? Doğum ve ölüm kapılarından oluşan dünya hanından geçtikten sonra ahiret yolculuğu. Cennet ve cehenneme açılan kapılar. İnsan, dünya hanında o kapılarla da karşılaşacağını unutmayıp son menzile kadar yolcu olduğunu aklından çıkarmayacak. İşte bu yolculuğun kılavuzu kutsal kitaptır. Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in kapısı da Fatiha’dır. Bu kapıdan girdiğinizde “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” ayetiyle karşılanır ve ardından Allah’a hamd u sena edersiniz. Alemlerin Rabb’inin gösterdiği yola girilmeyip başka yola sapılarak farklı kapılar arandığında kulun sıkıntıya düşeceği bu kapıda haber verilmektedir.

Kapı, kişinin iç veya dış zenginliğine göre her açılışında veya kapanışında farklı boyutlarıyla kalp ve zihin alemine yeni anlamlar katacaktır. Kapıyı sadece dikdörtgen bir nesne olarak görmemeli; onu çok katmanlı bir obje veya kelime olarak algılayıp hayatımızda göz, beyin, kulak, kitap, insan, şehir gibi nice kapılarla iç içe olduğumuzu fark edebiliriz. Bu bilincin ardından kapılara yaklaşırken belki yeni bir dünyaya yaklaştığımızı da hissedeceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder