4 Haziran 2015 Perşembe

Mihrali KARABIYIK



KOŞAK

I.

İçimde soğuk bir alevle dağlara koşuyordum. Gözlerimden soğuk, erkek yaşlar akıyordu. İçimdeki sevgisizlik ağaçlara çarpıyordu. Gövdelerinde bin yıllık yaralar açıyordum. Düştüm. Yine düştüm. Kalktım ve koştum. Parçalanmamak için durmuyordum. Durmamalıyım. Dursam yok olacaktım. Gözlerimden çelik gibi yaşlar aktı. Rüzgarı keserek geçiyordum ormandan. Ormanın da kalbi vardı ama. O da acıyordu. Kalbine batan ağaçlardan acı reçineler akıyordu. Ama ben koştum. Reçineleri acıtan adımlarla koştum. Ormanların kalbine yarıklar açarak soludum. Renk yoktu hiçbir yerde. Kalbim artık çarpmıyordu. Koştum. Yüzümdeki acı ağaçlara çarptı, parçalandı. Ayaklarım kuraklaştı. Gözlerimden çelik damlalar aktı. Kulaklarımda şaman davulları, çığlıklar, ruhlarla, göğüsleri patlamış aygırların ruhlarıyla koştum. Dursam ruhumdan olacaktım. Boğazımda koca bir volkan düğümlenmişti. Kendimi bıraksam patlayacaktım. Koştum. Nefesim lav kokuyordu, gözlerimden elmas damlalar akıyordu. Ve nereden geçtiysem yıkarak geçtim. Dursam yıkılacaktım. Bir kalbim olsa dururdum. Oysa mavi bir ışık vardı. Soğuk bir alevdi, neye dokunsa donduruyor, parçalıyordu. Ben koştum. Gün doğmuyordu. Kızıl şafak ne demekti anımsayamadım. Çok aklım kalmamıştı. Koşmalıydım. Yoksa boğazımdaki düğüm yırtılacaktı. Göz kapaklarımın altında karanlık bir duman deviniyordu. Peki kim görüyordu? Aklım az kaldı. Koşmalıyım. Ellerimi göremedim. Mavi ışık kayboluyordu. Kararsız bir gölge gibiydi. Koşuyordum. Aniden karşıma çıktım. Durdum.

II.

Parçalarımdan yeni bir evren kuruluyordu. İhtiyar ağaçların genç tohumları gibi dağılmıştı. Binlerce çocuk için bir adam ölmeliydi. Duruyordum. Aklım da kalmamıştı. Çocuk döllenmiyordu binlerce toprağın rahminde. Devinmeyi bırakan gölgelerin üzerinde kuşlar yoktu. Karanlığa baktıkça taşlaşıyordu çocuklar. Henüz döllenmemiş çocukların ruhları, karanlık yılkıların toynaklarına yapışıyordu. Bir iblis ve çocukları umutla koşuyordu. Karanlık ve parçalanmış olmam istenmişti. Öyle olacaktım. Oldum. Bunu bilecek kimse kalmayana kadar koşmuştum. Koştuğum gün görünmüyordu. Gören kimdi peki? Ya düşünen kimdi? Döllenen her karanlıkta genişliyordum. Devinen ve hırçınlaşan bir evrenin gölgesi beliriyordu. Başım döndü. Kustum. Mecburdum. Benden bunu istemişti yok olanlar. Yılkıların göğüslerine çarpıp boynu kırılan çocuklar kustum. Hepsinin kalbine gözümden akan parlak taşlar saplanmıştı. Ayıkladı taşları şarkın ve kuzeyin iblisi ve çocukları. Bir ayaz, akşamın kirpiksiz göz kapaklarını dondurmuştu. Nefesleri donuyordu gölgelerin. Gölgeleri donuyordu nesnelerin. Her parçam bir evrene dönüşmüş duruyordum. Evrenin karanlık atlarının ruhlarıyla duruyordum. Durdum. Kimsenin gücü yetmiyordu.

III.

Söz kalmadı sanıldı ben durunca. Tanıyamadılar duranı. Hep duruyor sandılar. Sandıklarıyla gölgeler taşıyorlardı yeni koşucular tahrik etmeye. Farketmediler ne olduğunu. Onlar baktıkça ve bakmadıkça tahrik oldu koşucular. Bilmediler yeni çocuklar ölecekti. Yaratılmamış çocuklar. Bir şey yapmak gerekliydi. Tek çaresi vardı koşucuların. Onlar, koşucuları anlamadılar. Baktılar ve bakmadılar. Başta duruyordu koşucular. Koşmaya başladılar. Ben yalnızca izliyordum. Parçalarım bir evrene dağılmıştı. İzleyen neydi peki? Şimdi koşuyordu sayısız koşucu. Sayısız evrenin parçası olacağından habersiz bir erlik inadıyla. Akılları az kalmıştı, koşuyorlardı. Binlerce çocuk kusulacaktı, binlerce iblis ve çocukları zengin olacaktı. Daha savaşlara gelmemiştik. Bunlar bir çağın adamlarına yazılmış sanılacaktı. Çocuklar yeni ölmüyordu. Koşucular da yeni değildi. Durduk. İnfilak ettik. Evrenin içiydik. Peki anlayan neydi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder