10 Eylül 2015 Perşembe

Abdülmecid ORHAN


HENGÂME

Bir gece uzak sokaklardan gelen bir ses, insanı uyku aleminden söküp alırken çocuklarda bir ürperme yahut gerilim meydana gelir. O ses, saniyeler ilerledikçe yaklaşır da yaklaşır. Kulaklarınızı tıkasanız da engel olamazsınız. Gecenin tüm karanlığında o velvele, şiddetini artırdıkça artırır ve her yanı kaplar. Beyninizi çatlatacak hale geldiği anlarda kendinizi bir köşeye kıstırılmış gibi hissedip tüm çaresizliğinizle örtünüzün altında bekleşirken Allah’a sığınırsınız. İşte o lahzada, sanki bu uğultu bir yolunu bulup beyninizin içine girmiş ve orayı kendine mekan tutarak kıyamet sabahına çağırmaktadır.  Bu hengâmede sokak sakinleri de uyanmış ve sanki İsrafil aleyhisselamın suru çalınmıştır. Başınızda değirmen çevrilirken ahalinin uyanması sizi biraz teskin eder. Sonra bu curcuna, şamata azalmaya daha doğrusu uzaklaşmaya başlar.  O dehşetli dağdağa, şimdi tatlı bir tıngırtıya neredeyse ninniye dönmeye başlamıştır. İşte bu sesin sahibi, silindirik bir şekle sahip kasnağın iki tarafına gerilmiş derilerin sabitlenmesiyle oluşan davul ve bu davula belirli bir ritimle vurulan tokmaktır.

Ramazan geldiği vakit şehrin farklı mahallelerinde davulcular tezahür eder. Belki önceleri kimse tanımaz, görmez hiçbirini. Ancak kısa zamanda davullarının sesi ve biraz yetenekli olanları manilerinin dizeleriyle cümle aleme kendisini tanıtıverir.  Davula vurup sokakları bir ay arşınladıktan sonra bahşişleri toplarken yüz yüze gelir ve bazen küçük cüsseli ya da sıradan bir adamın kimi geceler bizi nasıl ürküttüğünü düşünerek kendi kendimize güleriz. Alelade bir adamın elinde o çalgı nesnesiyle siz karanlıkta uyurken bir heyula gibi ruhunuzu nasıl da avucunuza alıp curcunasıyla tedirgin ettiğini düşünerek şaşarsınız.  Velvelesi bitmiş olsa da o vakitler, ruhunuzun bir köşesine hafif bir iz bırakmıştır o davul sesi.  Ancak aynı davul bu sefer bir düğünde, şenlikte, törende çalınırken sizi coşturdukça coşturur. Belli aralıklarla tokmak ve çubukla davula vurulurken insanlar da o tempoya kendilerini kaptırır. Sanki o tokmak insanları kendisine bağlamış ve zamanın artık idarecisi olmuştur. Vuruş hızı arttıkça insanların da hızı buna ayak uydurur. Buna uydukça sanki kişi de kendinden geçer ve izleyenler de coştukça coşar. Davul, neşeli ve insanları coşturmaya azmetmiş bir ele teslimdir. İnsana korku veren yahut neşe veren de davul değil, onu tutan eldir.

Anadolu’da köknar, meşe, ceviz gibi ağaçlardan ortalama elli santim çapında ve otuz santim yüksekliğindeki bir kasnakla davul yapılır. Bu kasnağa koyun, dana, kuzu, keçi gibi hayvanların derisi gerilir. Islak bir halde germe çemberlerine takılan bu deriler, kuruduktan sonra kasnağa takılır. Kalın derinin takıldığı yere sağ elle tokmak, ince derinin olduğu yere sol elle ince ve yarım metre uzunluğunda bir çubuk vurularak davul çalınır.

Eski çağlarda Uzakdoğululardan Mısırlılara, Sümerlerden Hunlara pek çok millet davul kullanırdı. Amerika yerlileri dini törenlerinde dans esnasında tempo maksadıyla davul çalardı. Avrupa’da yerleşmesi ise ancak on altıncı asırda Osmanlı aracılığıyla olmuştur. Türkler; Şaman inancına bağlıyken din adamı olan kamlar, kötü ruhları davul çalarak kovardı.  Ayrıca at yarışında, güreşlerde, cirit oyunlarında, düğünlerde davul sürekli olarak kullanılmıştır. Türkler, Müslümanlığı kabul ettikten sonra davul etkisini kaybetse de tuğ ve sancakla beraber devletin egemenlik sembollerinden biri olmayı sürdürmüştür. Mehterin tek yüzü olan büyük davuluna kös ismi veren Osmanlılar, davulu pek çok sahada kullanmıştır. Savaş esnasında askerleri bir arada toplamada, fetih haberinde, halka haber verme zamanında, han ve şehirlerde akşam kapılar kapanırken, yangın görüldüğü vakit farklı ritimlerle çalınan davuldan faydalanılmıştır. Osmanlı döneminde davula tabl ve davul çalana da tabl-zen denilmekte idi. Şair Baki, bir beytinde davul, kös ve nakkareye yer verirken şunları söyler:”Çalındı kûslar tabl u nakkare kıldı âvâze / Düğün bayrâm idi gûyâ guzâta cenk meydânı”

Günümüzde belli notaları ve tonları çıkaran pek çok davulu modern orkestralarda görmekteyiz.  Özellikle yumuşak veya yüksek tonlarda çalması için akort edilebilen timpaniler, beş parça davul ve üç parça zilden oluşan bateri bildiğimiz davul anlayışına farklı boyutlar katmakta.  Genellikle çift olarak kullanılan Afrika kökenli, elle veya parmakla vurulan bongo davulu, silindir biçimindeki büyük ve yine Afrika kökenli konga davulu, çoğunlukla yerliler tarafından haberleşme maksatlı kullanılan tamtam davulu farklı milletlerce kullanılan özgün enstrümanlardır. Neredeyse gök gürültüsü ya da top sesine yakın bir gürültü oluşturmak amaçlı bas davul, askeri bandoların vazgeçilmezidir.

Davul, şimdilerde okulların trampet takımında iki çubukla çalınıp bir zamanlar insanları derinden etkileyen o büyüleyici etkisini kaybetmiş olsa bile hâlâ bazısı için eski hükmünü bir motif olarak da sürdürmektedir. Davul çoluk çocuğun eline düşmeyerek o mahrem ve esrarlı manasını korumaya devam ederek savaşlarda zor anlarda nasıl tüm askeri toplayıp bir hedefe yöneltiyor idiyse yine o havayı estirmeliydi. Davulun çok olduğu ve çok çalındığı yerde artık kulaklar onu duymaz olur. Günümüzde artık davuldan ve davul gürültüsünden sessizliğe, dinginliğe yani huzura kalbimiz ve kulaklarımız hasret. Devrimiz sükunet açlığı yaşıyor. Öyle bas bir davul veya kös hengâmesi lazım ki o açlık bitsin ve sükunet dönemi başlasın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder