21 Mayıs 2015 Perşembe

İbrahim KAYA

       
GÖÇMÜŞ HUZURUN GÖLGESİ

Kar yeni başlamıştı. Narin bir gelin misali süzüle süzüle penceresinin önündeki pervaza konuyordu. Sobanın çıtırdayan sesiyle söğüt ağacına yumuşak inişler yapan kar tanelerini izliyordu. ’Bu kalabalıkta ne kadar da yalnızlar tıpkı benim gibi’ diyerek derin bir ah çekti. Uykusunun etkisi geçince kütürdeyen belini iyice gererek esnedi, odasını ve yatağını toparlamaya başladı. Titreyen elleri, bükülmüş beli işini biraz zorlaştırıyordu.  Gümbür gümbür yanan sobanın üzerindeki demlik isyankâr bir hışırtıyla O'na ben artık hazırım dercesine sesler çıkarıyordu. Ortalığı toparladıktan sonra pencerenin önüne geçti. Çayını sehpanın üzerine bıraktıktan sonra pencereden çocukluğundan beri her daim O'nunla beraber olan söğüt  ağacına baktı. Soğuk ve karlı bir havada içini ısıtırcasına kendisine uzaktan selam veriyordu. Gözlerinin dolduğunu hisseti ve kitaplığına giderek bir kitap aldı. Okuduğu satırlarda kayboluyordu. Gözyaşları daha fazla dayanamayarak kendilerini kitabın sinesine bıraktılar. Okuduğu satırı sürekli tekrarlıyordu “Her geçen zaman benden biraz daha beni alarak sana doğru koşuyor”. Bu sözlerin büyüsü altında presleniyor gibi ezildiğini hissetti. Yalnızlığın kuşatan kollarına bıraktı kendini. Yalnızlık, mutlulukları hüzne boyayan kapkara bir kelime. Kocaman dünyada küçücük bir dünyaya takılıp kalmış bir hayat. Yalnızlığını paylaşacak kimsesi yoktu. Her saniyenin kendisini tek tesellisi olan ‘ölüme’ yani Neriman’a yaklaştırdığını bilmesi O’na umut veriyordu. Yaşlı yüreği bu ayrılığa dayanacak gücünü yitiriyordu her geçen gün. Neriman’sız hayatı kitaplarından, sobasından, çayından, söğüt ağacından ibaretti. Puslu bir odanın içerisinde ayrılık acısının hicranını yaşamaya devam ediyordu bu dostlarıyla beraber. Pencerenin ardından yaşıyordu dış dünyayı. Her gün dertleştiği ve içini döktüğü dostu ’söğüt ağacı’ olmasaydı çoktan ayrılmıştı şu hayattan. Oturduğu yerden kalktı komodinin üzerindeki fotoğrafa uzunca baktıktan sonra eline alıp öperek yerine bıraktı. Fotoğrafı okşayarak “Bak söğüt ağacımız yine çıplak vücudunu karlarla örtmeye başladı” dedikten sonra yeniden ağlamaya başladı. İçinin ferahlaması için tekrar pencerenin önüne geçti. Bakkalın çırağı yine oradan oraya koşturuyordu. Kediler karın getirdiği heyecanla hoplayıp zıplıyor, kuşlar elektrik tellerinden medet bulamayınca çam ağaçlarının dallarına, çatılara sığınıyorlardı. Düşen kar taneleri onu, sanki Neriman’a bir adım daha yaklaştırıyordu. Çayından bir yudum aldıktan sonra yan komşunun çocuğunun gelmesini bekledi. Dertleşecek bir dosttu belki onun için. Yaşı küçüktü, ama olsun. Bir keresinde “Dede sen hiç Neriman Teyze’ye şiir yazdın mı?” diye sormuştu devamlı elinde şiir kitapları gördüğünden. Bu sorusunun karşılığı olarak “Evet” yazdım, “Ne zaman seni görmek istesem dönüp aynalara bakıyorum” diyerek gülümsemiş ve “Ona ilk yazdığım şiir bu” demişti.
                                                                             *****
Soba iyice harlanmıştı. İçerisi de bayağı ısınmıştı. Kartopu oynayan çocukların neşesine ortak olmaya çalışıyordu penceresinin ardından. Onu uzaktan izleyen fotoğrafa bakarak “Yeni güne eski günün göçü başladı sultanım şairin dediği gibi, gece yerini gündüze gündüz ise geceye bırakıyor. Zaman çok hızlı geçiyor ama sen yine yoksun ben yine sana gelemiyorum” diyerek gözlerini sildi. Sobanın üzerinde acılar içinde kıvranıp çığlıklar atan demliği indirmesi gerektiğini anladı. Bir ara odayı süzdü demlik için uygun bir yer aradı. Karyolanın hemen yanındaki komodinin biraz solunda kalan sobanın gerisindeki kapının tam karşısındaki pencerenin hemen üstünde demliğe uygun bir yer olduğunu gördü. Demliği oraya bıraktıktan sonra akşam olmadan kararmış odada volta atmaya başladı. Koskoca bir ömür nasıl geçmişti, neler yaşamıştı, küçük bir iç muhakeme yapmaya başladı. Ruhunun daraldığını fark edince biraz dışarı çıkmaya karar verdi. Söğüt ağacının yanına doğru ilerlerken her adımda ayaklarının altında yığılan karın hart hurt seslerini duyuyordu. Ağacın yanına geldiğinde kollarını açıp ona sıkıca sarıldı. Dakikalarca öylece bekledi. Hiç ses çıkarmadan içini döküyordu sanki. Üşüdüğünü hissedince dostuna veda etmesi gerektiğini düşünerek onu son kez sıkıca sardı. Eve doğru yaşlı adımlarla hızlıca yürüyordu. Odaya girer girmez hemen sobanın kenarına geçip ısındıktan sonra tekrar pencerenin önüne geçti. Saatlerce yağan karı seyretti. Hava kararmaya başlamıştı. Komşunun çocuğu gelmemişti. İşi çıkmıştır ya da hava soğuk diye çıkarmamıştır annesi diye düşündü. Sehpanın üzerindeki kitabı tekrar eline aldı. Tam o esnada Neriman’ın fotoğrafıyla göz göze geldi. Kitabı sol eline aldı ve Neriman’a doğru yürüdü. Yaşlılığın vermiş olduğu takatsizlikle ayaklarını tam yerden kaldıramayıp sürterek yürüyordu. Ayağı halının kenarına takıldı ve yürüyüşüne tezat bir hızda yere düştü. Kafası komodinin kenarına çarptı. Kitap elinden fırladı. Neriman’ın fotoğrafı çarpmanın etkisiyle yere düştü. Düşen fotoğrafı eline alarak göğsüne yasladı. Ertesi sabah kapının tokmağına dokunan Serhat kapının açık olduğunu anladı ve içeri girdi. Odanın tam ortasında Necdet ve Neriman’ın uzun süren ayrılıklarının vuslata erdiğini gördü. Başucundaki kitap ise onların mutluluklarını dile getirircesine şu mısraları haykırıyordu Asaf’ın dilinden:
“Artık beni kimse yalnız bırakamaz.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder