21 Mayıs 2015 Perşembe

Yunus BAYRAK


MENDİL ÜSTÜNE

Dünyada başka bir millet var mıdır ki tek kelimeye hayat yüklesin? Nice kelimelere kendi cüssesinden büyük anlamlar versin? Bir insanda bulamadığı dost sıcaklığını bir bez parçasında bulsun? Cüssesinden büyük birçok kelime gibi mendilin de bizdeki yeri yadsınamaz. Bizde bir çanta, bir kravat, bir yüzüğün değeri kendi hammaddesinden ziyade nereden geldiği ile ilgilidir. Paha biçilmez kıymetler veririz ve hayatımızdan bir parçada onlara ayırırız. Değerli olan unun maddi kıymeti değil veren kişinin bizdeki yeridir. Değer verdiğimiz eşyalar içinde en önemlilerinden biri de belki de mendillerimizdir. Buram buram hasret kokan, inci misali yaşları bağrında saklayan, bazen gül bazen de lavanta kokan. Kimi ipekten ucu iğne oyalı, kimi ucu yanık kara sevdalı…
Kimisi de tarlada çalışanının terini saklayan toprak kokulu. İncedir, naiftir, zarafetin kendisidir, temizlik, tertip düzendir mendil. Hayatımızın her safhasında bir yeri vardır. Çocukken oynadığımız birkaç oyun mendil üstünedir mesela. Mendil kapmaca, kör ebe oynarken gözlere mendil bağlama, koşu yarışmalarında oyunun başlaması ve bitmesi gibi pek çok oyunumuzda dolaylı olarak da olsa yer almıştır.
Yine dini bayramda büyüklerin ellerini öpme karşılığında çocuklara ikram edilen şeker, fındık, fıstık gibi yemişler veya harçlık olarak verilecek para nezaketen mendil içinde verilirdi önceleri.  İçindeki şekerler yenir tadı geçer, bozuk paralar harcanır vakit geçerdi; ama mendili veren kişiye olan sevgimiz ve saygımız daha bir sağlamlaşırdı. Günlük hayatımızda vazgeçilmez aksesuarlarımızın başında gelen mendil okula giderken okul formasının cebine koyulduğunda siyah önlük üstündeki yakalıkla beraber bir uyum sergilerdi. Aslında görüntüden ziyade temizliğin de bir simgesi idi. Yüzümüzdeki teri, nezleden akan burnumuzu silmeye yarayan mendil yüzümüzü yıkadığımızda kurulamamıza da yardımcı olurdu. Takım elbise giydiysek ceketimizin cebine koyardık yarısı görünecek şekilde. Kravatımız veya gömleğimiz ile uyum sağlamasının yanında dikkat çekecek bir yanı da vardı. İlk defa karşılaşacağımız veya tanışacağımız kişiler bizi ya yakamıza taktığımız bir gül ile ya da ceketimizin cebindeki mendil ile tanırdı.
Mahçubiyet ve utanma duygusu ile donatılmış ecdadımız için mendil bir iletişim aracı olmuş. Gönlünü kimi zaman ucu yanık bir mendil ile açmış, karşılığı varsa da kenarları işlenmiş bir başka mendil ile görmüştür. Aynı mendili kına gecesi kınayı eline tutturmak için sarmış, bir ayrılık görünüyorsa da aynı mendili elimizin içinde sımsıkı tutarak eskitmiştir. Bir yandan “Mendilimin yeşili / Ben kaybettim eşimi / Al bu mendil sen de kalsın/ Sil gözünün yaşını” türküsünü gurbete, cepheye, uzak diyarlara seyahate gidenlerin ardından söyleyip bir yandan da en kasvetli, en buhranlı, en hicranlı olduğumuz anlarda kokusuyla teselli olmuştur. Bez mendile olan ilgi eskisi gibi olmasa da evdeki sandıklar bir bir karıştırılsa mutlaka bir mendil çıkacaktır. Ya ucu yanık rengi krem sarısı olmuş, ya yıllarca beklemekten renkleri solmuş ya da göz nuru dökülerek işlenen oyaları buruşmuş… Hepsinin de bir hikâyesi vardır varsan baksan. Birçoğu birilerinin aman beni unutmasın diye verdiği bağlılık, hatırlama maksadıyla verilmiş sevgi ve umut dolu mendillerdir.
Annesinden evladına gurbet ellere giderken verdiği de vardır, askere giderken ya dönemezsem deyip de yar eline iletilen de vardır içinde. Böyle kullanışlı ve mana yüklü mendillerin mazide kaldığı günümüzde tek kullanımlık, işimiz bitince buruşturup atıverdiğimiz kâğıt mendiller; içindeki duygu ve sevgiyi koklayıp inceden inceye gözyaşı döküp ıslattığımız değil de ıslak mendiller var. Ya o kadar duygusuz, duygularımızı saklayacak bir mendil bulamıyoruz ya da o kadar cömertiz ki bizde kalması gerekenlerin hepsini herkese anlatıyoruz.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder